Diyabetik ayak, şeker hastalığının neden olduğu sinir hasarı (nöropati) ve damar tıkanıklığı (periferik arter hastalığı) zemininde gelişen karmaşık bir sağlık sorunudur. Başlıca belirtileri; ayaklarda his kaybı, uyuşma, yanma, deride kuruluk, renk değişiklikleri ve iyileşmeyen yaralardır. Bu durum yüzeysel bir ülserden başlayıp kemiğe uzanan derin enfeksiyonlara ve kangrene varan ciddiyette evreler gösterir. Modern tedavi yöntemleri; tıkalı damarların anjiyografik veya cerrahi yöntemlerle açılarak kan akımının düzeltilmesi, enfeksiyonun agresif tedavisi ve yara üzerindeki basıncın ortadan kaldırılması (off-loading) gibi temel adımları içeren multidisipliner bir yaklaşıma dayanır.

Diyabetik Ayak Neden Gelişir?

Diyabetik ayak, tek bir sebepten ortaya çıkan basit bir sorun değildir. Aksine, birbiriyle iç içe geçmiş ve birbirini tetikleyen üç büyük problemin ortak bir sonucudur. Bu süreci bir yapbozun parçaları gibi düşünebiliriz; parçalar birleştiğinde ortaya çıkan resim, ne yazık ki hiç de iç açıcı olmaz. Bu üç ana parça; sinir hasarı (nöropati), damar tıkanıklığı (periferik arter hastalığı) ve travmadır.

İşin aslı şu ki bu süreç genellikle masum görünen bir his kaybıyla başlar. Yıllar içinde kontrolsüz seyreden yüksek kan şekeri, vücudun en hassas kabloları olan sinir liflerine zarar verir. Buna “diyabetik nöropati” diyoruz. Bu durum ayaklarda hissin yavaş yavaş kaybolmasına neden olur. Şöyle düşünelim: Vücudumuzun doğal bir alarm sistemi vardır. Ayağımıza bir çivi battığında, ayakkabımız vurduğunda veya sıcak kuma bastığımızda hissettiğimiz acı, aslında bizi tehlikeye karşı uyaran bir alarmdır. Bu “acı hediyesi” sayesinde durup ayağımızı kontrol eder, sorunu giderir ve daha büyük bir hasarı önleriz. Diyabetik nöropati ise bu alarm sisteminin sigortasını attırır. Kişi, ayağındaki küçük bir kesiği, sürtünmeyi veya ayakkabının içindeki yabancı bir cismi fark edemez hale gelir. Ayak, adeta hissizleşir ve dış dünyadan gelen tehlike sinyallerini alamaz. İşte bu hissizlik, yara oluşumunun kapısını aralayan ilk ve en kritik adımdır.

Ancak sinir hasarının etkisi bununla kalmaz. Hasar gören sadece his sinirleri değildir. Ayaktaki küçük kasların çalışmasını sağlayan motor sinirler de bu durumdan etkilenir. Bu minik kaslar güçsüzleştiğinde, ayağın mimarisi bozulmaya başlar. Ayaktaki kaslar arasında bir dengesizlik oluşur, parmaklar bükülerek “çekiç parmak” veya “pençe parmak” dediğimiz şekil bozukluklarını alır. Bu deformiteler yüzünden ayak tabanındaki bazı kemikler daha fazla öne çıkar ve vücut ağırlığı artık ayak tabanına eşit şekilde dağılmaz. Yürürken normalde basınç görmemesi gereken noktalar, artık her adımda aşırı yüke maruz kalır. Bu anormal basınç noktaları, yara açılması için en riskli bölgeler haline gelir.

Nöropatinin bir diğer yüzü de otonom sinir sistemini etkilemesidir. Bu sinirler, cildin terleme ve yağlanma gibi fonksiyonlarını kontrol eder. Hasar gördüklerinde, ayak derisinin doğal nem dengesi bozulur. Cilt kurur, esnekliğini kaybeder, pul pul dökülür ve kolayca çatlar. Bu çatlaklar, gözle zor görülecek kadar küçük olsalar bile, mikrop ve bakterilerin vücuda girmesi için mükemmel birer giriş kapısıdır.

Tüm bunlar yaşanırken, arka planda sessizce ilerleyen ve durumu çok daha tehlikeli hale getiren ikinci büyük sorun devreye girer: Periferik Arter Hastalığı (PAD), yani bacak ve ayak atardamarlarında daralma ve tıkanma. Şeker hastalığı, damar sertliği (ateroskleroz) sürecini hem çok hızlandırır hem de seyrini daha agresif hale getirir. Şeker hastalarındaki damar tıkanıklığı, genellikle diz altındaki ince damarları ve hatta ayaktaki küçük damarları tercih eder. Bu bahçeyi sulayan ana hortumun değil de en uçtaki çiçeklere su taşıyan incecik boruların tıkanmasına benzer.

Normal bir bireyde vücudun herhangi bir yerinde bir yara açıldığında, kan damarları o bölgeye hücum eder. Kan, yarayı iyileştirmek için gereken her şeyi taşır. Oksijen, besin maddeleri, enfeksiyonla savaşacak akyuvarlar ve kullanılan antibiyotikler… Hepsi kan yoluyla yara bölgesine ulaşır. Ancak diyabetik bir hastada, yarayı beslemesi gereken bu damarlar tıkalıysa, iyileşme için gereken bu hayati destek asla yerine ulaşamaz. Kan akımı yetersiz olduğu için, ufacık bir yara bile iyileşemez, enfeksiyona savunmasız kalır ve hızla büyüyerek derinleşir.

İşte diyabetik ayağın korkutucu tablosu, bu iki problemin (sinir hasarı ve damar tıkanıklığı) birleşimiyle ortaya çıkar. Hasta, sinir hasarı yüzünden yaranın oluştuğunu hissetmez. Damar tıkanıklığı yüzünden de vücut bu yarayı iyileştiremez. Bu amansız kısır döngü, yaranın kısa sürede enfekte olmasına, kangrene dönüşmesine ve nihayetinde uzuv kaybına yol açar.

Diyabetik Ayak Yaralarının Farklı Türleri Var mıdır?

Evet, diyabetik ayak yaraları (ülserler), altta yatan temel probleme göre belirgin farklılıklar gösterir. Bir hekim için yaranın karakterini doğru tanımlamak, tedavi haritasını çizmedeki en önemli adımdır. Klinik olarak bu yaraları üç ana grupta ele alabiliriz. Çoğu zaman bu tipler iç içe geçmiş olsa da baskın olan özelliği anlamak kritik öneme sahiptir.

Sadece Sinir Hasarına Bağlı (Nöropatik) Diyabetik Ayak

Bu tipte ana sorun his kaybıdır ve genellikle kan dolaşımı iyidir. Bu ayakların tipik özellikleri şunlardır:

  • Ayak dokunulduğunda sıcaktır.
  • Deri rengi normal, hatta kanlanmanın artmasına bağlı olarak pembe-kırmızıdır.
  • Ayak sırtında ve bilekte nabızlar kuvvetli, hatta “vurucu” şekilde hissedilir.
  • Yara kesinlikle ağrısızdır; hasta genellikle yaranın farkında bile olmaz.
  • Yara, genellikle ayağın basınç altında kalan bölgelerinde oluşur.
  • Ayak tabanında tarak kemiklerinin altı.
  • Topuk.
  • Şekli bozulmuş parmakların uçları veya üst kısımları.
  • Yaranın görünümü tipik olarak yuvarlak, “zımba ile delinmiş” gibidir:
  • Yaranın etrafı mutlaka sert ve kalın bir nasır tabakası (kallus) ile çevrilidir.

Sadece Damar Tıkanıklığına Bağlı (İskemik) Diyabetik Ayak

Burada ise ana sorun, ayağa yeterli kanın gitmemesidir. Sinirlerde ciddi bir hasar yoksa, bu durum oldukça sancılıdır. Özellikleri ise şöyledir.

Ayak dokunulduğunda soğuktur.

  • Deri soluk, parlak, gergin ve genellikle tüysüzdür.
  • Ayaktaki nabızlar ya çok zayıftır ya da hiç alınamaz.
  • Yara çok şiddetli ağrılıdır.
  • Özellikle geceleri artan ve ayağı yataktan aşağı sarkıtınca hafifleyen “istirahat ağrısı” tipiktir.
  • Yaralar, kan akımının en zayıf olduğu, damar ağının en uç noktalarında oluşur.
  • Parmak uçları.
  • Ayağın dış kenarı.
  • Topuk gibi kemikli çıkıntılar.
  • Yaraların kenarları düzensizdir, tabanı soluk, gri veya siyah ölü doku ile kaplıdır.
  • Etrafında genellikle belirgin bir nasır tabakası bulunmaz.
  • Bir veya daha fazla parmakta kuru veya ıslak kangren görülebilir.

Hem Sinir Hasarı Hem de Damar Tıkanıklığına Bağlı (Nöro-İskemik) Diyabetik Ayak

Bu pratikte en sık karşılaştığımız ve tedavisi en zor olan gruptur. Hem his kaybı hem de kanlanma bozukluğu bir aradadır. Bu durum adeta hem freni patlamış hem de benzini bitmek üzere olan bir arabaya benzer; tehlike büyüktür ve müdahale karmaşıktır.

Bu ayaklarda her iki durumun da özellikleri bir arada bulunur:

  • Ayak soğuğa yakın ılıklıkta olabilir.
  • Nabızlar zayıf veya alınamaz durumda olabilir.
  • Ağrı hissi değişkendir; sinir hasarı nedeniyle ağrı hiç olmayabilir veya şiddeti az hissedilebilir.
  • Yaranın iyileşme potansiyeli en düşüktür.
  • Enfeksiyon eklendiğinde uzuv kaybı riski en yüksek olan gruptur.
  • Yaranın yeri ve görünümü değişkenlik gösterebilir.

Diyabetik Ayak Şüphesinde Damar Tıkanıklığı Nasıl Anlaşılır?

İyileşmeyen bir diyabetik ayak yarasında başarıya giden yolun ilk adımı, damarlardaki kan akımının durumunu net bir şekilde ortaya koymaktır. Bir kalp ve damar cerrahı için bu değerlendirme, tedavinin temelini oluşturur. Bu süreç basit bir muayeneden başlayıp ileri teknoloji cihazlarla yapılan ölçümlere kadar uzanır.

Değerlendirme her zaman iyi bir fizik muayene ile başlar. Ayakların rengine, sıcaklığına, derinin genel durumuna bakılır. En önemli adımlardan biri de ayak sırtında ve bileğin iç kısmında yer alan atardamarlardaki nabızların elle kontrol edilmesidir. Nabızların zayıf olması veya hiç alınamaması, damar tıkanıklığı için önemli bir ipucudur. Ancak diyabet hastalarında nabızlar bazen yanıltıcı olabilir. Bu nedenle kan akımını rakamsal olarak ölçen daha objektif testlere geçmek şarttır.

Bu amaçla kullanılan bazı temel ve ileri düzey testler mevcuttur:

  • Ankle-Brachial Index (ABI) / Ayak Bileği-Kol Basıncı İndeksi: Bu test, bacak damarlarındaki kan akımını değerlendirmek için yaygın olarak kullanılır. Çok basit bir prensibi vardır: Ayak bileğinden ölçülen en yüksek tansiyon değeri, koldan ölçülen en yüksek tansiyon değerine bölünür. Sağlıklı bir kişide bu oranın 1.0 civarında olması beklenir. Değerin 0.9’un altına düşmesi, damar tıkanıklığına işaret eder. Ancak diyabet hastalarında bu teste körü körüne güvenmek, yapılabilecek en büyük hatalardan biridir. Çünkü şeker hastalığı, damar duvarlarının kireçlenerek sertleşmesine (Mönckeberg sklerozu) neden olur. Bu sertleşmiş damarlar, tansiyon aletinin manşonuyla sıkıştırıldığında normalde olduğu gibi çökmez ve bu da tansiyonun yalancı bir şekilde yüksek ölçülmesine yol açar. Sonuç olarak bacağında ciddi damar tıkanıklığı olan bir hastanın ABI değeri normal, hatta 1.4’ün üzerinde anormal derecede yüksek çıkabilir. Bu durum altta yatan tehlikeli bir sorunu maskeleyebilir. Bu nedenle yarası olan bir diyabet hastasında ABI normal çıksa bile, damarların sağlıklı olduğu sonucuna varılamaz ve mutlaka ileri testlere geçilmelidir.
  • Parmak Basıncı Ölçümü (TBI): Ayak parmaklarındaki çok ince atardamarlar, bacaklardaki büyük damarlar gibi kireçlenmeden pek etkilenmezler. Bu yüzden doğrudan parmaktan yapılan basınç ölçümü, ayağın en uç noktasındaki gerçek kanlanma durumu hakkında çok daha güvenilir ve doğru bilgi verir. Bir yaranın kendiliğinden iyileşebilmesi için belli bir kan basıncına ihtiyaç vardır. Parmak basıncının 30 mmHg’nin altına düşmesi, kritik bir kanlanma bozukluğuna işaret eder ve bu yaranın damarlara müdahale edilmeden iyileşme ihtimalinin neredeyse sıfır olduğunu gösterir. Bir yaranın veya küçük bir cerrahi müdahalenin (örneğin parmak kesilmesi) sorunsuz iyileşmesi için genellikle 50 mmHg’nin üzerinde bir parmak basıncı hedeflenir.
  • Transkutanöz Oksijen Basıncı (TcPO2) / Cilt Oksijen Ölçümü: Bu test, cilde yapıştırılan küçük bir sensör aracılığıyla, kılcal damarlardan cilde ne kadar oksijen geçtiğini doğrudan ölçer. Yani dokunun ne kadar “canlı” olduğunu ve kendini onarma potansiyelini gösterir. Bu test, özellikle sınırda vakalarda ve tedaviye yanıtı değerlendirmede çok değerlidir. TcPO2 değerinin 25 mmHg’nin altına inmesi, iyileşme için kan akımının yetersiz olduğunun bir başka önemli göstergesidir.

Bu testler sonucunda damarlarda ciddi bir tıkanıklık olduğu kanıtlanırsa, bir sonraki adım bu tıkanıklığın yerini, uzunluğunu ve ciddiyetini gösteren bir “damar haritası” çıkarmaktır. Bu harita, tedavi stratejisini belirlemek için kullanılır.

Tedaviyi planlamak için kullanılan başlıca görüntüleme yöntemleri şunlardır:

  • Renkli Doppler Ultrasonografi
  • Bilgisayarlı Tomografik (BT) Anjiyografi
  • Manyetik Rezonans (MR) Anjiyografi
  • Dijital Subtraksiyon Anjiyografi (DSA)

Bu yöntemlerden hangisinin seçileceği, hastanın genel durumuna, böbrek fonksiyonlarına ve tıkanıklığın yapısına göre belirlenir. Özellikle DSA, yani klasik anjiyografi, hem en net görüntüyü vermesi hem de tanı sırasında tedaviye (balon/stent) imkan tanıması nedeniyle “altın standart” olarak kabul edilir.

Tıkalı Damarlar Diyabetik Ayak Tedavisinde Nasıl Açılır?

Diyabetik ayak yarasının tedavisinde, eğer altta yatan sebep damar tıkanıklığı ise, uzuv kaybını önlemenin tek yolu tıkalı damarları açarak ayağa yeniden kan götürmektir. Bu işleme “revaskülarizasyon” adını veriyoruz. Buradaki amaç sadece bir miktar kan akışı sağlamak değil yaranın olduğu bölgeye ve hatta parmak ucuna kadar güçlü, nabızlı ve sürekli bir kan akışını yeniden tesis etmektir. Ancak bu şekilde yara bölgesi, iyileşmek için ihtiyaç duyduğu oksijen, besin ve savunma hücrelerine kavuşabilir. Günümüzde bu amaçla kullanılan iki ana modern tedavi yöntemi bulunmaktadır: endovasküler (kapalı/anjiografik) yöntemler ve açık cerrahi (bypass ameliyatı).

Hangi yöntemin seçileceği, bir terzinin kumaşa göre model seçmesi gibi, hastanın damar yapısına, tıkanıklığın yerine, uzunluğuna ve hastanın genel sağlık durumuna göre kişiye özel olarak belirlenir.

Endovasküler (Kapalı/Anjiyografik) Yöntemler

Bu yöntemler cilde büyük bir kesi yapmadan, genellikle kasıktaki veya bilekteki atardamardan ince bir iğne ile girilerek gerçekleştirilir. Bu minimal invaziv yaklaşım özellikle genel anestezi riski yüksek, yaşlı ve birçok ek hastalığı olan hastalar için büyük bir avantaj sağlar. Günümüzde çoğu durumda “ilk tercih” edilen tedavi yaklaşımıdır.

Bu kapalı yöntemlerin bazı avantajları vardır:

  • Genellikle lokal anestezi ile yapılır.
  • Ameliyat riski daha düşüktür.
  • Hastanede kalış süresi çok kısadır.
  • Hasta günlük yaşamına daha hızlı döner.
  • İleride tekrar tıkanma olursa işlem tekrarlanabilir.
  • Ancak bazı dezavantajları da bulunur:
  • Açık ameliyata göre uzun dönemde tekrar daralma riski daha yüksektir.
  • Çok uzun ve kireçli tıkanıklıklarda her zaman başarılı olamayabilir.

Bu yöntemde kullanılan temel teknikler balon anjiyoplasti (damarı içeriden şişirerek açma), stentleme (damar içine metal bir kafes yerleştirerek açıklığı destekleme) ve aterektomidir (damar içindeki kireçleri özel bir tıraşlama cihazıyla temizleme). Özellikle “ilaç kaplı balon” ve “ilaç salınımlı stent” gibi yeni teknolojiler, damarın tekrar tıkanma riskini önemli ölçüde azaltarak bu tedavilerin uzun dönemdeki başarısını artırmıştır.

Açık Cerrahi (Bypass Ameliyatı)

Bypass ameliyatı özellikle çok uzun damar segmentleri tıkalı olduğunda veya anjiyografik yöntemlerin başarısız olduğu durumlarda başvurulan, oldukça etkili ve uzun ömürlü bir çözümdür. Ameliyatın mantığı basittir: Tıkalı olan damar bölgesini atlayarak, kanı sağlam bir bölgeden alıp tıkanıklığın ilerisindeki sağlam bir damara taşıyan yeni bir “köprü” veya “yan yol” oluşturmak.

Bypass ameliyatının da kendine özgü avantajları vardır:

  • Özellikle hastanın kendi toplardamarı kullanıldığında çok uzun yıllar açık kalır.
  • Uzun dönem sonuçları genellikle anjiyografik yöntemlerden daha dayanıklıdır.
  • Tekrar tıkanma riski daha düşüktür.

Dezavantajları ise şunlardır:

  • Daha büyük bir cerrahi işlemdir ve ameliyat kesisi gerektirir.
  • Genel veya spinal (belden uyuşturma) anestezi gerektirir.
  • Hastanede kalış süresi daha uzundur.
  • Ameliyat riski, kapalı yöntemlere göre daha yüksektir.

Bu köprüleme (bypass) için en ideal materyal, hastanın kendi bacağından veya kolundan alınan sağlıklı bir toplardamardır (safen ven). Vücudun kendi dokusu olduğu için enfeksiyona karşı çok daha dirençlidir ve açıklık oranı sentetik damarlara göre çok daha iyidir. Diyabet hastalarında tıkanıklıklar genellikle diz altındaki çok ince damarlarda olduğu için, bu bypass’lar büyük bir tecrübe ve hassasiyet gerektiren, teknik olarak zorlu ameliyatlardır. Bazen bu köprünün bir ucu, doğrudan ayaktaki birkaç milimetrelik bir damara dikilir.

Damarlar Açıldıktan Sonra Diyabetik Ayak Yara Bakımı Nasıl Olmalıdır?

Tıkalı bir damarın başarıyla açılması, savaşı kazanmak için atılan en önemli adımdır, ancak savaşın kendisi henüz bitmemiştir. Damar müdahalesi, yaranın iyileşebilmesi için gerekli olan “verimli toprağı” hazırlar. Ancak o toprağa tohum ekmek, sulamak ve zararlı otlardan temizlemek gerekir. İşte bu noktadan sonra, yaranın tamamen kapanması ve kalıcı olarak iyileşmesi için birkaç kritik adımın daha atılması zorunludur. Bu birden fazla tıp branşının (kalp ve damar cerrahisi, enfeksiyon hastalıkları, ortopedi, plastik cerrahi, podoloji) bir takım ruhuyla çalıştığı bir süreçtir.

Başarılı bir yara iyileşmesi için damar açma işleminden sonra yapılması gerekenler şunlardır:

Cerrahi Debridman (Yara Temizliği): Yara bakımının temel taşıdır. Yara üzerindeki ve çevresindeki tüm ölü, cansız, siyah veya sarı renkli dokuların, iltihabın ve kalın nasır tabakasının bir cerrah tarafından keskin aletlerle, düzenli aralıklarla temizlenmesi gerekir. Bu işlem yara yatağındaki bakteri yükünü azaltır, iyileşmenin önündeki fiziksel engeli kaldırır ve alttan sağlıklı yeni doku gelişimini tetikler.

Enfeksiyonun Kontrol Altına Alınması: Diyabetik ayak enfeksiyonu çok ciddiye alınması gereken bir durumdur. Yara çevresinde kızarıklık, sıcaklık, şişlik veya iltihaplı akıntı varsa, bu bir enfeksiyon belirtisidir. Bu durumda debridman sırasında yaranın derinliklerinden alınan doku örnekleri kültüre gönderilir ve sonuca göre en etkili antibiyotik tedavisi damardan veya ağızdan başlanır. Apse gibi derin enfeksiyonlar ise acil cerrahi müdahale ile boşaltılmalıdır.

Ayağın Yükten Kurtarılması (Off-loading): Özellikle ayak tabanındaki yaraların iyileşmesi için, o bölgenin basınçtan tamamen kurtarılması şarttır. Kan dolaşımı mükemmel hale getirilse bile, hasta yaralı ayağının üzerine basmaya devam ederse o yara asla iyileşemez. Bu amaçla kullanılan en etkili yöntemler; çıkarılamayan ve yükü tüm bacağa yayan özel alçılar (Total Kontak Alçı), özel olarak tasarlanmış yara iyileştirme botları veya tekerlekli sandalyedir.

Modern Yara Bakım Ürünleri ve Destek Tedavileri: Temizlenmiş, kanlanması sağlanmış ve yükten kurtarılmış bir yaranın iyileşmesini hızlandırmak için çeşitli ileri teknoloji ürünler kullanılabilir. Bunlar arasında en yaygın olanları şunlardır:

  • Negatif Basınçlı Yara Tedavisi (Vakum Terapisi)
  • Biyolojik Yara Örtüleri
  • Kök Hücre ve Büyüme Faktörü İçeren Ürünler
  • Hiperbarik Oksijen Tedavisi

Ampütasyon (Uzuv Kaybı): Tüm bu çabalara rağmen, enfeksiyonun kontrol altına alınamadığı, doku ölümünün ayağın fonksiyonel olarak kurtarılamayacak kadar yayıldığı veya dayanılmaz ağrının başka hiçbir yöntemle dindirilemediği durumlarda, ampütasyon (uzvun kesilmesi) son çare olarak gerekli ve hayat kurtarıcı bir müdahale olabilir. Ampütasyon kararı, hastanın hayatını kurtarmak ve daha fonksiyonel bir yaşama kavuşmasını sağlamak amacıyla verilir. Başarılı bir ampütasyonun en önemli şartı, kesilecek olan güdüğün sorunsuz iyileşmesi için o seviyeye yeterli kan akımının ulaştırılmasıdır. Bu nedenle ampütasyon öncesinde bile damarların değerlendirilmesi ve gerekirse güdük iyileşmesini sağlayacak bir damar açma operasyonu yapılması gerekebilir.

Sıkça Sorulan Sorular

Diyabetik ayak nasıl oluşur ve hangi mekanizmalar etkili olur?

Diyabetik ayak, uzun süreli yüksek kan şekeri seviyelerinin sinir ve damar hasarına yol açmasıyla ortaya çıkar. Bu durum, dolaşım bozukluğu ve his kaybı nedeniyle küçük yaraların kolayca büyüyüp enfeksiyona dönüşmesine neden olur.

Diyabetik ayak belirtileri genellikle hangi aşamalarda fark edilir?

Erken evrelerde hissizlik, karıncalanma ve kuru cilt görülürken ilerleyen dönemlerde yaralar, ülserler ve kötü koku ortaya çıkar. Belirtiler genellikle geç fark edilir, bu da tedaviyi zorlaştırır.

Diyabetik ayak evreleri nasıl sınıflandırılır?

Diyabetik ayak genellikle Wagner sınıflamasına göre değerlendirilir. Evre 0’da cilt sağlamken, Evre 5’te gangren gelişmiştir. Bu evreleme, tedavi planının belirlenmesinde ve amputasyon riskinin öngörülmesinde önemlidir.

Diyabetik ayakta enfeksiyon riski neden artar?

Kan akımının azalması ve bağışıklık sisteminin zayıflaması, mikroorganizmaların kolayca çoğalmasına zemin hazırlar. Küçük bir yara bile ciddi enfeksiyonlara dönüşebilir, bu nedenle erken müdahale hayati önem taşır.

Diyabetik ayak hastalarında hangi tedavi yöntemleri uygulanır?

Tedavi; yara bakımı, enfeksiyon kontrolü, damar cerrahisi ve basınç azaltıcı ayakkabılar gibi yöntemleri içerir. İleri vakalarda hiperbarik oksijen tedavisi veya rekonstrüktif cerrahi uygulanabilir.

Diyabetik ayak gelişimini önlemek için hangi yaşam alışkanlıkları önemlidir?

Kan şekeri kontrolünü sağlamak, sigaradan uzak durmak, ayakları her gün kontrol etmek ve uygun ayakkabılar giymek diyabetik ayak riskini azaltır. Düzenli podolojik bakım da koruyucu etki sağlar.

Diyabetik ayak yaraları ne kadar sürede iyileşir?

Yaraların iyileşme süresi diyabet kontrolüne, dolaşım durumuna ve enfeksiyon varlığına bağlıdır. Hafif vakalarda birkaç hafta, ileri evrelerde ise aylar sürebilir. Düzenli bakım süreci hızlandırır.

Diyabetik ayak tedavisinde cerrahi müdahale ne zaman gerekir?

Cerrahi, genellikle doku ölümü, ciddi enfeksiyon veya damar tıkanıklığı durumunda uygulanır. Amaç, enfekte dokuyu temizleyip kan dolaşımını yeniden sağlamak ve uzvu mümkün olduğunca korumaktır.

Diyabetik ayak hastalarında psikolojik etkiler nelerdir?

Kronik yara ve amputasyon riski, hastalarda kaygı, depresyon ve özgüven kaybına yol açabilir. Psikolojik destek ve hasta eğitimi, tedavi sürecinin başarısında önemli rol oynar.

Diyabetik ayak tedavisinde düzenli takip neden gereklidir?

Diyabetik ayak kronik bir süreçtir ve tekrarlama riski yüksektir. Düzenli doktor kontrolleri, erken belirti takibi ve yara bakımının sürekliliği hem komplikasyonları hem de amputasyon riskini azaltır.

Son Güncellenme: 13 November 2025
Call Now Button