Ayak ülseri belirtileri, genellikle ayak parmakları, topuk veya ayak bileği gibi bölgelerde ortaya çıkan, iyileşmeyen ve sıklıkla derinleşen açık yaralardır. Bu yaralara, etkilenen bölgedeki cildin renginde koyulaşma, bacakta şişlik (ödem), geceleri artan ağrı veya tam tersi his kaybı eşlik edebilir. Tedavisi, tamamen altta yatan damar sorununu çözmeye odaklanır. Atardamar tıkanıklığına bağlı durumlarda kan akışını yeniden sağlamak için anjiyo, stent veya bypass gibi damar açma yöntemleri; toplardamar yetmezliği (varis) kaynaklı yaralarda ise lazer veya köpükle sorunlu damarın kapatılması esastır.
Ayak Ülseri Nedir ve Neden Oluşur?
Ayak ülseri, basit bir kesik veya sıyrıktan çok farklıdır; cildin ve altındaki dokuların derinliklerine uzanan, çoğu zaman kendi kendine iyileşme kapasitesini yitirmiş açık yaralardır. Bu yaraların oluşmasının ardında genellikle kan damarlarıyla ilgili üç temel problem yatar. Her bir problem, farklı bir yara tipine yol açar ve dolayısıyla her birinin tedavi yaklaşımı da tamamen farklıdır.
Ayak ülserlerine yol açan temel damar sorunları şunlardır:
- Atardamar Tıkanıklığına Bağlı Ülserler (Arteriyel Ülser)
- Toplardamar Yetmezliğine Bağlı Ülserler (Venöz Ülser)
- Şeker Hastalığına Bağlı Ülserler (Diyabetik Ülser)
Atardamar tıkanıklığı, yani periferik arter hastalığı, yaranın temelinde yatan sorundur. Bunu, bir bahçeyi sulayan hortumun bükülüp tıkanmasına benzetebiliriz. Hortum tıkandığında, en uçtaki çiçekler nasıl susuz kalıp kurursa, bacak atardamarları tıkandığında da ayak parmakları ve topuklar gibi en uç noktalar yeterli kanla beslenemez. Oksijensiz ve besinsiz kalan bu dokular zayıflar, en ufak bir darbede veya ayakkabı vuruğunda kolayca hasar görür ve bir daha iyileşemeyen yaralara dönüşür. Bu tıkanıklığın en yaygın nedeni ise damar sertliği, yani aterosklerozdur. Sigara, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve diyabet gibi risk faktörleri bu süreci hızlandırır.
Toplardamar yetmezliği ise tam tersi bir mekanizmayla yara açar. Buradaki sorun, kanın ayağa gidememesi değil bacaktan kalbe verimli bir şekilde geri dönememesidir. Tıpkı bir lavabonun giderinin tıkanıp kirli suyun birikmesi gibi, toplardamarlardaki kapakçıklar bozulduğunda kan bacaklarda göllenir. Varis hastalığının ileri bir evresi olan bu durum bacaklarda sürekli bir basınç artışına ve şişliğe neden olur. Zamanla bu yüksek basınç, cildin yapısını bozar, rengini değiştirir, sertleştirir ve en sonunda en hassas bölge olan ayak bileği çevresinde venöz ülserlerin açılmasına zemin hazırlar.
Şeker hastalığı, ayaklar için tam bir “sorun yumağı” yaratır. Çünkü diyabet, tek başına bir yara nedeni olmaktan öte, diğer tüm mekanizmaları da tetikleyen ve kötüleştiren bir hastalıktır. Yüksek kan şekeri, zamanla hem sinirlerde hem de damarlarda ciddi hasara yol açar. Sinir hasarı (nöropati) nedeniyle hasta ayağındaki acıyı, batmayı veya sıcaklığı hissetmez. Bu “koruyucu his kaybı,” fark edilmeyen yaralanmaların derinleşmesine neden olur. Aynı zamanda diyabet, hem büyük atardamarları (periferik arter hastalığı) hem de en ince kılcal damarları (mikroanjiyopati) bozarak yaranın kanlanmasını engeller. Bütün bunlara ek olarak vücudun yara iyileşme mekanizmalarını da zayıflattığı için, diyabetik bir ayakta açılan yaranın tedavisi son derece zorlu ve karmaşık bir süreç gerektirir.
Ayak Ülseri Belirtileri Nelerdir ve Tipleri Nasıl Ayırt Edilir?
Her yara tipi, kendine özgü bir “kimlik kartı” taşır. Yaranın yeri, şekli, görünümü ve hastanın şikayetleri, altta yatan sorunu anlamak için paha biçilmez ipuçları sunar. Dikkatli bir muayene ile bu yaraları birbirinden ayırmak mümkündür.
Atardamar Tıkanıklığına Bağlı (Arteriyel) Yaraların Belirtileri
Bu yaralar, kan akışının yetersizliğinin en acımasız işaretlerini taşır. Tipik özellikleri arasında şunlar bulunur:
- Genellikle ayak parmak uçları, topuk veya bacağın dış yüzü gibi basınç noktalarında yerleşim
- Zımba ile delinmiş gibi keskin ve düzenli kenarlar
- Derin bir yara yapısı
- Soluk, grimsi veya siyah renkte kuru yara tabanı
- Çok az akıntı veya tam kuruluk
- Özellikle gece yatağa uzanınca başlayan ve bacağı yataktan aşağı sarkıtınca hafifleyen şiddetli ağrı
- Soğuk, soluk, parlak ve tüysüz bir çevre cilt
- Ayakta zayıf veya hiç alınamayan nabızlar
Toplardamar Yetmezliğine Bağlı (Venöz) Yaraların Belirtileri
Bu yaralar, bacakta biriken kanın yarattığı sorunları yansıtır. Ayırt edici özellikleri şunlardır:
- Çoğunlukla ayak bileğinin iç yüzünde, “tozluk bölgesi” olarak adlandırılan alanda konumlanma
- Düzensiz, girintili çıkıntılı ve yüzeysel yara kenarları
- Genellikle canlı, kırmızı veya sarımsı bir fibrin tabakasıyla kaplı yara tabanı
- Orta ile bol miktarda sulu akıntı
- Bacakta ağırlık, dolgunluk veya künt bir sızı şeklinde ağrı
- Ayakta durunca veya bacağı sarkıtınca artan, bacağı yukarı kaldırınca azalan şikayetler
- Ayak bileği ve bacakta belirgin şişlik (ödem)
- Ciltte kalıcı, pas renginde kahverengi lekelenmeler
- Çevre deride sertleşme ve kalınlaşma
Şeker Hastalığına Bağlı (Diyabetik) Yaraların Belirtileri
Diyabetik ülserler, sinir hasarının ve basıncın birleşiminin bir sonucudur ve en tehlikeli özellikleri genellikle “sessiz” olmalarıdır.
- Tipik olarak ayak tabanında, tarak kemiklerinin altı veya topuk gibi en çok basınca maruz kalan kemik çıkıntılarının üzerinde yerleşim
- Yaranın etrafında kalın bir nasır (kallus) halkasının varlığı
- Sinir hasarı (nöropati) nedeniyle genellikle tamamen ağrısız olması
- Yara tabanının pembe-kırmızı renkte olabilmesi
- Derinliğinin değişken olması ve bir aletle yoklandığında kemiğe kadar uzanabilmesi
- Çevre deride kuruluk, çatlaklar ve çekiç parmak gibi şekil bozukluklarının eşlik etmesi
Ayak Ülseri Tanısı İçin Hangi Testler Yapılır?
Hastanın şikayetleri ve yaranın görünümü, sorunun kaynağı hakkında önemli bir fikir verse de kesin tanı ve tedavi planlaması için kan akışını objektif olarak ölçen ve damarların yapısını görüntüleyen ileri testlere ihtiyaç duyulur. Bu testler, adeta bir yol haritası çizerek, tedavinin nereye ve nasıl yapılacağını belirler.
İlk adım, kan akımının yeterli olup olmadığını anlamaktır. Bu amaçla yapılan bazı temel testler mevcuttur. Bunlar arasında şunlar yer alır:
- Ayak Bileği-Kol Basınç İndeksi (ABI)
- Parmak Basıncı Ölçümü (TBI)
- Deri Oksijen Basıncı Ölçümü (TcPO₂)
- Renkli Doppler Ultrasonografi
Ayak Bileği-Kol Basıncı İndeksi (ABI), koldaki tansiyon ile ayaktaki tansiyonu karşılaştıran basit ve hızlı bir testtir. Ancak özellikle şeker hastalarında damarlarda kireçlenme ve sertleşme olabildiği için, bu test damarı düzgün sıkıştıramaz ve yanlışlıkla normal sonuçlar verebilir. Bu adeta bozuk bir tartının doğru kiloyu göstermesi gibidir; aldatıcı olabilir ve alttaki ciddi bir damar tıkanıklığını gizleyebilir. Bu nedenle ABI’nin güvenilir olmadığı durumlarda, kireçlenmeden daha az etkilenen parmak damarlarından yapılan Parmak Basıncı Ölçümü (TBI) çok daha değerli bilgiler sunar.
Deri Oksijen Basıncı Ölçümü (TcPO₂) ise, cilde yapıştırılan bir sensörle dokuya ulaşan oksijen miktarını doğrudan ölçer. Bu test, yaranın kendi kendine iyileşme potansiyeli hakkında en net fikir veren yöntemlerden biridir. Eğer dokuya yeterli oksijen gitmiyorsa, yaranın kan akımı artırılmadan iyileşmesi beklenemez.
Renkli Doppler Ultrasonografi, hem atardamarların hem de toplardamarların değerlendirilmesinde en sık kullanılan, zararsız ve son derece bilgilendirici bir görüntüleme yöntemidir. Ses dalgaları kullanarak damarların iç yapısını, kan akışının hızını ve yönünü gösterir, tıkanıklık veya kaçak olan yerleri net bir şekilde saptar.
Kan akımında bir sorun tespit edildiğinde ise, tedaviyi planlamak için damarların detaylı bir haritasını çıkarmak gerekir. Bu amaçla kullanılan ileri görüntüleme yöntemleri şunlardır:
- Bilgisayarlı Tomografi (BT) Anjiyografi
- Manyetik Rezonans (MR) Anjiyografi
- Dijital Subtraksiyon Anjiyografi (DSA)
BT ve MR Anjiyografi, vücuttaki damarların üç boyutlu görüntülerini oluşturarak karmaşık bypass ameliyatları veya anjiyo işlemleri için cerraha rehberlik eder. DSA ise damar görüntülemede “altın standart” olarak kabul edilir. Genellikle tedavi işlemi sırasında, yani anjiyo esnasında yapılır ve kasıktan veya ayaktan girilerek damar içine verilen özel bir boya sayesinde, en ince damarlardaki problemleri bile en net şekilde gösterir.
Atardamar Tıkanıklığına Bağlı Ayak Yaraları İçin Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
Kanlanma eksikliğine bağlı bir yaranın iyileşmesinin tek bir yolu vardır: tıkalı damarı açarak yaralı bölgeye yeniden kan ve oksijen ulaştırmak. Günümüzde bu amaçla, hastanın durumuna ve damar tıkanıklığının yapısına göre seçilen iki ana tedavi yaklaşımı bulunmaktadır. Modern tıbbın önceliği, genellikle daha az riskli ve konforlu olan damar içi (endovasküler) yöntemlerdir.
Damar içi, yani anjiyo yöntemiyle uygulanan modern tedaviler şunları içerir:
- Balonla Genişletme (Anjiyoplasti)
- Plak Temizleme (Aterektomi)
- Stent Yerleştirilmesi
Bu yöntemlerde, açık bir ameliyat kesisi yapılmaz. Genellikle kasıktaki atardamardan ince bir iğne ile girilir ve “kateter” adı verilen esnek, ince borular yardımıyla tıkalı damar bölgesine ulaşılır. Balonla genişletme işleminde, darlığın olduğu yerde kateterin ucundaki balon şişirilerek damar duvarındaki plak ezilir ve damar lümeni genişletilir. Bazen plaklar çok sert ve kireçli olabilir. Bu durumda ucunda minik bir tıraşlayıcı bıçak veya zımpara başlığı bulunan aterektomi cihazları ile plaklar fiziksel olarak temizlenir.
Stent ise, damar içine yerleştirilen ve damarın yeniden daralmasını önleyen, metalden yapılmış özel bir kafes veya tüptür. Bir tünelin çökmesini engelleyen destekleyici bir iskele gibi görev yapar. Günümüzde bu stentlerin üzerleri, damarın tekrar daralmasına neden olan hücre çoğalmasını engelleyen özel ilaçlarla kaplanmıştır. Bu ilaç kaplı stentler ve balonlar, tedavinin uzun vadedeki başarısını önemli ölçüde artırmaktadır.
Daha karmaşık ve uzun damar tıkanıklıklarında veya anjiyo yöntemlerinin başarısız olduğu durumlarda ise açık cerrahi, yani bypass ameliyatı devreye girer. Bu yöntemde tıkalı damar segmentinin üzerine ve altına, kanın akabileceği yeni bir “köprü” veya “yan yol” oluşturulur. Bu köprü için en ideal materyal, hastanın kendi bacağından alınan yüzeyel toplardamardır (safen veni). Çünkü vücudun kendi dokusu, suni damarlara göre çok daha uzun süre açık kalır ve enfeksiyona karşı daha dirençlidir.
Varis ve Toplardamar Yetmezliğine Bağlı Ayak Ülseri Tedavisi Nasıl Yapılır?
Venöz ülser tedavisinde de anlayış tamamen değişmiştir. Artık amaç sadece yarayı kompresyon bandajları veya çoraplarla baskı altında tutmak değil yaraya neden olan temel sorunu, yani toplardamardaki kan kaçağını (reflü) ortadan kaldırmaktır. Altta yatan bu sorun düzeltildiğinde, yara çok daha hızlı iyileşir ve tekrarlama riski önemli ölçüde azalır.
Günümüzde venöz ülserlere yol açan varis ve damar yetmezliğini tedavi etmek için kullanılan başlıca minimal invaziv yöntemler şunlardır:
- Lazer veya Radyofrekans ile Tedavi (Endovenöz Termal Ablasyon)
- Köpük Tedavisi (Skleroterapi)
- Ambulatuar Flebektomi (Küçük Kesilerle Varislerin Çıkarılması)
Lazer veya Radyofrekans ile Tedavi, günümüzde büyük varis damarlarının tedavisinde altın standarttır. Bu yöntemde ultrason rehberliğinde damarın içine ince bir fiber veya kateter yerleştirilir. Verilen termal enerji, damarı içeriden tahrip ederek büzüşmesini ve kapanmasını sağlar. Vücut, zamanla bu işlevsiz hale gelen damarı doğal olarak ortadan kaldırır. Bu işlem lokal anestezi altında yapılır ve hasta aynı gün evine dönebilir.
Köpük Tedavisi, özellikle yara bölgesini doğrudan besleyen daha küçük varisli damarlar veya bağlantı damarları (perforan venler) için kullanılır. Damar içine enjekte edilen özel bir ilaç, kimyasal bir reaksiyonla damarın kapanmasına neden olur. Ambulatuar Flebektomi ise, cilt yüzeyinden görülen büyük varisli damar yumaklarının, dikiş gerektirmeyen çok küçük kesilerden özel bir kanca yardımıyla çıkarılması işlemidir. Bu yöntemler genellikle ana damar tedavisi ile aynı seansta kombine edilerek en iyi sonuç elde edilir.
Ayak Ülseri Tedavisinde Yara Bakımı ve Diğer Destekleyici Yöntemler Nelerdir?
Ayak ülserinin başarılı bir şekilde tedavi edilmesi, tek bir hekimin değil birçok farklı uzmanlık alanının bir araya geldiği bir ekip çalışmasının ürünüdür. Damar cerrahı, tıkalı damarları açarak veya kaçak yapan damarları kapatarak yaranın iyileşmesi için gerekli olan en temel şartı, yani sağlıklı kan dolaşımını sağlar. Ancak bu yapbozun sadece ilk ve en önemli parçasıdır. Tedavinin tamamlanabilmesi için diğer kritik adımların da atılması gerekir.
Kan akışı düzeltildikten sonra yaranın iyileşmesi için olmazsa olmaz üç temel ilke vardır:
- Ölü Dokuların Temizlenmesi (Debritman)
- Enfeksiyon Kontrolü
- Yükten Kurtarma (Offloading)
Debritman, yara yatağındaki tüm cansız, ölü ve enfekte dokuların cerrahi olarak temizlenmesi işlemidir. Bu işlem yaranın iyileşmesini engelleyen bakteri ve ölü hücre tabakasını ortadan kaldırarak, alttan taze ve sağlıklı dokunun gelmesine olanak tanır. Unutulmaması gereken en önemli nokta, kan akımı yetersiz olan bir yaraya, damarlar açılmadan asla agresif bir debritman yapılmaması gerektiğidir. Aksi takdirde yara daha da büyüyebilir.
Enfeksiyon, özellikle diyabetik ayak yaralarında uzuv kaybının en önemli nedenidir. Yara çevresindeki kızarıklık, şişlik, sıcaklık artışı ve iltihaplı akıntı enfeksiyon belirtileridir. Bu durumda enfeksiyon hastalıkları uzmanı tarafından yönlendirilen uygun antibiyotik tedavisine başlanması ve gerekirse apse gibi birikimlerin cerrahi olarak boşaltılması gerekir.
Yükten Kurtarma (Offloading), özellikle ayak tabanındaki yaralar için tedavinin en kritik ve pazarlığa kapalı kuralıdır. Yaranın üzerine basıldığı sürece, kan akışı ne kadar mükemmel olursa olsun, mekanik basınç nedeniyle iyileşme gerçekleşemez. Bu amaçla kullanılan ve yükü ayağın tamamına dağıtan özel alçılar (tam temaslı alçı) veya çıkarılabilir yara botları, yaranın iyileşmesi için elzemdir.
Bu standart bakımlara yanıt vermeyen inatçı yaralarda ise ek ileri tedavi yöntemleri devreye girebilir. Bunlar arasında:
- Hiperbarik Oksijen Tedavisi (HBOT)
- Negatif Basınçlı Yara Terapisi (Vakum Tedavisi)
- Biyomühendislik Ürünü Deri Greftleri
Hiperbarik Oksijen Tedavisi, hastanın basınçlı bir oda içinde saf oksijen solumasıyla dokulara giden oksijen miktarını artırır. Vakum Tedavisi, yara üzerine uygulanan bir vakum sistemi ile yara sıvısını çeker, şişliği azaltır ve yeni doku oluşumunu hızlandırır. Deri greftleri ise, yaranın iyileşmesi için gerekli olan hücresel yapıyı ve büyüme faktörlerini içeren biyoteknolojik ürünlerdir.
Ayak Ülseri Tedavisinde Amputasyon Ne Zaman Bir Seçenek Haline Gelir?
Amputasyon, yani bacağın veya bir kısmının kesilmesi, her zaman en son çare olarak düşünülür. Bu karar, bir “tedavi başarısızlığı” olarak değil artık kurtarılamayacak durumda olan veya hastanın hayatını tehdit eden bir uzuvdan vazgeçerek, hastaya daha kaliteli ve fonksiyonel bir yaşam sunmayı amaçlayan “rekonstrüktif” bir cerrahi işlem olarak görülmelidir. Bu zorlu karar, asla tek bir hekim tarafından verilmez; damar cerrahı, ortopedi, enfeksiyon hastalıkları uzmanı ve hasta ile ailesinin ortak görüşüyle alınır.
Amputasyon kararı, ancak başka hiçbir çarenin kalmadığı ve bacağın hastaya faydadan çok zarar verdiği durumlarda alınır. Bu durumlar şunlardır:
- İlaçlara ve cerrahi temizliğe yanıt vermeyen, tüm vücuda yayılan ve hayati tehlike yaratan enfeksiyon (sepsis)
- Damarların teknik olarak açılamadığı veya yapılan girişimlerin başarısız olduğu, bacağın büyük bir kısmını kaplayan geri döndürülemez doku ölümü (gangren)
- Hiçbir ağrı kesicinin fayda etmediği, hastanın uyumasını ve yaşamasını engelleyen dayanılmaz istirahat ağrısı
- Artık hiçbir fonksiyonu kalmamış, sadece bir ağırlık olan ve hastanın hareket kabiliyetini kısıtlayan bir bacağın varlığı (bu durumda bir protez, hastaya çok daha iyi bir hareket kabiliyeti sunabilir.)
Sıkça Sorulan Sorular
Ayak ülseri nasıl başlar ve erken belirtileri nelerdir?
Ayak ülseri genellikle deride renk değişikliği, hassasiyet, şişlik ve iyileşmeyen yara ile başlar. Özellikle diyabet hastalarında küçük kesikler bile hızla derin ülserlere dönüşebilir.
Diyabet ayak ülseri gelişimini nasıl hızlandırır?
Yüksek kan şekeri damar ve sinir hasarına neden olur, bu da ayaktaki kan dolaşımını ve hisleri azaltır. Küçük yaralar fark edilmediğinde kolayca enfekte olup ülserleşir.
Ayak ülseri enfeksiyon kaptığında hangi belirtiler ortaya çıkar?
Enfekte ülserlerde kötü koku, irin akıntısı, artan ağrı, kızarıklık ve ateş görülebilir. Enfeksiyon kemiğe yayılırsa osteomiyelit gelişme riski vardır ve acil tedavi gerekir.
Ayak ülserinde hangi faktörler iyileşmeyi geciktirir?
Dolaşım bozukluğu, sinir hasarı, kontrolsüz diyabet, sigara ve enfeksiyon iyileşmeyi yavaşlatır. Ayrıca uygun olmayan ayakkabılar ve kötü hijyen de ülserin kronikleşmesine yol açar.
Ayak ülseri tedavisinde hangi modern yöntemler uygulanır?
Tedavide basıncın azaltılması, yara temizliği, antibiyotikler, gelişmiş pansumanlar ve bazen deri grefti veya damar cerrahisi gibi ileri yöntemler kullanılabilir.
Ayak ülseri tedavisinde cerrahi ne zaman gereklidir?
Cerrahi, doku ölümü veya enfeksiyonun kemiğe ilerlemesi durumunda gerekebilir. Ölü dokular temizlenir, bazen damar açıcı işlemlerle dolaşım düzeltilir ve yara kapatılır.
Ayak ülseri geçiren bir hastada tekrar oluşum nasıl önlenir?
Kan şekeri kontrolü, uygun ayakkabı seçimi, günlük ayak bakımı ve düzenli doktor kontrolleri ülserin tekrarını önlemede en etkili adımlardır.
Ayak ülseri iyileşme süresi hangi faktörlere bağlıdır?
Ülserin derinliği, enfeksiyon varlığı, dolaşım durumu ve hastanın genel sağlığı iyileşme süresini belirler. Küçük ülserler haftalar içinde, derin olanlar aylar içinde kapanabilir.
Ayak ülseri tedavi edilmezse ne gibi komplikasyonlar gelişir?
Tedavi edilmeyen ülserlerde enfeksiyon kemiğe ve kana yayılabilir. Gangren gelişirse amputasyon riski artar. Ayrıca kronik ağrı ve yürüme güçlüğü de görülebilir.
Ayak ülseri hastalarında psikolojik etkiler nasıl yönetilmelidir?
Uzun süren iyileşme süreci ve ağrılar depresyon ve kaygı yaratabilir. Psikolojik destek, hasta eğitimi ve sosyal destek grupları tedaviye uyumu güçlendirir.

Prof. Dr. Yavuz Beşoğul, 25 yılı aşkın deneyime sahip bir Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanıdır. Türkiye’de kapalı kalp ve atan kalpte bypass ameliyatlarının öncülerindendir. Bugüne kadar binlerce başarılı ameliyat gerçekleştirmiş, ulusal ve uluslararası dergilerde 100’den fazla bilimsel makale yayımlamıştır.
