Damar hastalıkları, atardamarlar (arterler), toplardamarlar (venler) ve kılcal damarların yapısını veya işlevini bozan tüm hastalıkları kapsar. Bu rahatsızlıklar, dolaşımın bozulmasına yol açarak dokuların oksijen ve besin alımını olumsuz etkileyebilir.
Damar hastalıkları arasında ateroskleroz, varis, derin ven trombozu, anevrizma, periferik arter hastalığı ve vaskülit gibi durumlar yer alır. Bu hastalıklar, genetik yatkınlık, yaşam tarzı faktörleri ve kronik hastalıklarla ilişkili olarak gelişebilir.
Damar hastalıklarının tanısında doppler ultrasonografi, anjiyografi, BT ve MR anjiyografi gibi görüntüleme yöntemleri kullanılır. Erken teşhis, komplikasyonların önlenmesi ve etkin tedavi planlaması açısından kritik öneme sahiptir.
Damar hastalıklarının tedavisi, altta yatan neden ve hastalığın tipine göre ilaç tedavisi, yaşam tarzı değişiklikleri, girişimsel işlemler veya cerrahi yöntemleri içerebilir. Düzenli takip, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmada önemli rol oynar.
Damar Hastalıkları Nelerdir?
Damar hastalıkları, atardamarlar (arterler), toplardamarlar (venler) ve kılcal damarları etkileyen rahatsızlıklardır. Bu hastalıklar kan akışını bozarak organların yeterince oksijenlenmesini engelleyebilir. Erken tanı ve tedavi, ciddi komplikasyonları önlemede büyük önem taşır.
Başlıca damar hastalıkları şunlardır:
- Ateroskleroz (damar sertliği)
- Derin ven trombozu (DVT)
- Varis
- Periferik arter hastalığı
- Anevrizma
- Raynaud hastalığı
- Tromboflebit
Vücudumuzun damar ağı olan damar hastalıkları neden ve nasıl oluşur?
Damar sistemimizdeki arızalar genellikle iki temel kaynaktan beslenir: Zamanla ve yaşam tarzıyla ortaya çıkan yıpranmalar ve doğuştan gelen yapısal farklılıklar.
Karşımıza en sık çıkan problem, ateroskleroz yani hepimizin bildiği adıyla damar sertliğidir. Bu yıllar içinde yavaş ve sinsi bir şekilde ilerleyen bir süreçtir. Atardamarların iç duvarlarında yağ, kolesterol, kalsiyum gibi maddelerin birikmesiyle “plak” adı verilen yapılar oluşur. Bu plaklar, tıpkı eski su borularının içinde biriken kireç gibi, damarları giderek daraltır, esnekliğini kaybettirir ve kanın rahatça akmasını engeller. Bu temel sorun, vücudun neresinde ortaya çıkarsa ona göre farklı bir isim alır. Kalbi besleyen damarları etkilediğinde koroner arter hastalığı ve kalp krizlerine, beyne giden şah damarlarını etkilediğinde karotis arter hastalığı ve felçlere, bacak damarlarını etkilediğinde ise periferik arter hastalığına yol açar. Unutulmamalıdır ki vücudun bir yerinde damar sertliği varsa, başka yerlerde de olma ihtimali yüksektir.
İkinci büyük grup ise damar sertliğinden tamamen farklı olan damar anomalileridir. Bunlar sonradan gelişen hastalıklar değil anne karnındaki gelişim sırasında damar ağının oluşumunda meydana gelen yapısal hatalardır. Yıllarca bu durumlara “damar beni” veya “hemanjiom” gibi kafa karıştırıcı genel isimler verilmiş olsa da artık Uluslararası Damar Anomalileri Derneği’nin (ISSVA) biyolojik temelli, net bir sınıflandırmasını kullanıyoruz. Bu sınıflandırma, bu yapısal bozuklukları iki ana gruba ayırır. Bu gruplar şunlardır:
- Damar Tümörleri
- Damar Malformasyonları
Damar tümörleri, damar duvarını oluşturan hücrelerin kontrolsüzce çoğalmasıyla oluşan gerçek tümörlerdir. En bilinen örneği, doğumdan sonra beliren, hızla büyüyüp birkaç yıl içinde kendiliğinden küçülme eğilimi gösteren infantil hemanjiomlardır. Buna karşılık, damar malformasyonları birer tümör değildir. Kılcal, toplar, lenf veya atardamar sisteminin yapısal bozukluklarıdır. Hücreler çoğalmaz, bu yapılar bebekle birlikte orantılı olarak büyür ve asla kendiliğinden kaybolmazlar. Bu iki durumu birbirinden ayırmak hayati önem taşır, çünkü tedavileri gece ile gündüz kadar farklıdır. Örneğin bir hemanjiom ilaç tedavisine yanıt verebilirken, bir toplardamar malformasyonunun tedavisi genellikle skleroterapi (kurutucu madde enjeksiyonu) veya cerrahi müdahale gerektirir.
Bir damar hastalığı nasıl teşhis edilir?
Hastanın şikayetlerini dinlemek ve detaylı bir fiziksel muayene yapmak, teşhis sürecinin her zaman ilk ve en önemli adımıdır. Ardından, sorunun kaynağını ve ciddiyetini anlamak için modern tıbbın sunduğu teknolojik imkanlardan faydalanırız. Bu süreç genellikle en basit ve zararsız testlerden başlayarak, gerektiğinde daha ayrıntılı görüntüleme yöntemlerine doğru ilerler.
Teşhiste kullandığımız temel yöntemler aşağıdaki gibidir:
- Ayak-Kol İndeksi (ABI): Bacak atardamar hastalığından şüphelenildiğinde ilk başvurulan, son derece basit ve ağrısız bir testtir. Tansiyon aletiyle hem kollardan hem de ayak bileklerinden tansiyon ölçülerek bu değerler birbirine oranlanır. Bu oranın belirli bir seviyenin altında olması, bacak damarlarında kan akımını engelleyen bir darlık olduğunun güçlü bir göstergesidir.
- Renkli Doppler Ultrasonografi: Damar cerrahlarının adeta stetoskopu gibidir. Ses dalgaları kullanılarak damarların yapısı, içindeki kan akışının hızı, yönü ve darlığın derecesi hakkında paha biçilmez bilgiler verir. Radyasyon içermemesi, ağrısız olması ve hemen sonuç vermesi en büyük avantajlarıdır. Şah damarı darlıklarından bacaklardaki pıhtılara, karın anevrizmalarından varislere kadar pek çok hastalığın ilk teşhisinde bu yöntemi kullanırız. Ancak sonuçların doğruluğu, testi yapan kişinin tecrübesine oldukça bağlıdır.
- Bilgisayarlı Tomografik Anjiyografi (BTA): Eğer bir cerrahi veya anjiyografik müdahale planlanıyorsa, damarların detaylı bir “yol haritasını” çıkarmamız gerekir. BTA, kol damarından opak madde (boyalı ilaç) verilerek yapılan hızlı bir tomografi çekimidir. Bu yöntemle damar ağının üç boyutlu, son derece net görüntüleri elde edilir. Darlığın tam yeri, uzunluğu, damar çapları, kireçlenme oranı gibi operasyon planı için hayati olan tüm detayları gösterir.
- Manyetik Rezonans Anjiyografi (MRA): BTA gibi detaylı anatomik görüntüler sunar ancak en büyük farkı radyasyon içermemesidir. İlaçlı veya ilaçsız çekilebilmesi, özellikle böbrek fonksiyonları hassas olan hastalar için onu önemli bir alternatif yapar.
- Kateter Anjiyografi (DSA): Eskiden “altın standart” olarak kabul edilen bu yöntem artık sadece teşhis amacıyla çok nadiren kullanılmaktadır. Kasık veya kol damarından ince bir boru (kateter) ile girilerek, doğrudan damarın içine boyalı madde verilir ve röntgen filmleri çekilir. Girişimsel bir işlem olduğu için kendine ait riskleri vardır. Günümüzde asıl kullanım alanı, teşhisten çok tedavi sırasındadır. Yani bir stent veya balon işlemi yaparken, damarın içini görerek bize yol gösteren bir rehber olarak kullanılır.
En sık görülen damar hastalığı olan bacak atardamar tıkanıklığı nasıl tedavi edilir?
Bacak atardamar hastalığı, yani periferik arter hastalığı (PAD), genellikle damar sertliğine bağlı olarak bacaklara kan taşıyan atardamarların daralması veya tıkanmasıdır. Tedavideki amacımız iki yönlüdür: Birincisi, bu durumun altında yatan sistemik damar sertliğini kontrol altına alarak hastayı kalp krizi ve inme gibi daha büyük tehlikelerden korumak. İkincisi ise bacaklardaki kan akımını iyileştirerek hastanın yürüme ağrısını gidermek, yaşam kalitesini artırmak ve en önemlisi, uzuv kaybına (amputasyon) giden süreci engellemek.
Tedavi, kişiye özel olarak planlanan çok yönlü bir yaklaşımdır.
Tedavinin Temel Taşı: Yaşam Tarzı ve İlaçlar
Bu bölüm, damar açma işlemi yapılsın veya yapılmasın, her hasta için tedavinin vazgeçilmez temelini oluşturur. Bu temel adımlar şunları içerir:
- Sigaranın kesin olarak bırakılması
- Kan sulandırıcı ve pıhtı önleyici ilaç kullanımı
- Kolesterol düşürücü ilaçlar (statinler)
- Tansiyonun sıkı kontrolü
- Kan şekerinin düzenlenmesi
- Yapılandırılmış yürüme egzersizleri
Özellikle yürüme ağrısı olan hastalarda, “yürüdükçe damarlarım daha çok tıkanır” endişesi yersizdir. Tam aksine, düzenli ve programlı yürüme egzersizleri, tıkalı damarın etrafında yeni ve ince damar yollarının (kollateral dolaşım) gelişmesini sağlayarak, bacağın kansızlığa karşı direncini artırır ve ağrısız yürüme mesafesini uzatır.
Damarları Açmaya Yönelik Girişimler
İlaç ve yaşam tarzı değişikliklerine rağmen hastanın şikayetleri günlük hayatını etkileyecek düzeyde devam ediyorsa veya bacakta istirahat ağrısı, iyileşmeyen yara gibi daha ciddi durumlar (kritik bacak iskemisi) varsa, tıkalı damarı açmak gerekir.
Günümüzde, daha az riskli ve daha hızlı iyileşme sağlamaları nedeniyle endovasküler (damar içi) yöntemler yani anjiyo ile yapılan tedaviler genellikle ilk tercihtir. Bu yöntemler arasında balonla damarı genişletme (anjioplasti), damarın açık kalmasını sağlayan metal kafesler (stent) yerleştirme, damar içindeki kireci tıraşlayan cihazlar (aterektomi) ve tekrar daralmayı önlemek için geliştirilmiş ilaç kaplı balonlar ile ilaç salınımlı stentler gibi ileri teknolojiler bulunmaktadır.
Ancak anjiyo yöntemlerinin her hasta için uygun olmadığı veya uzun vadede en iyi çözüm olmadığı durumlar vardır. İşte bu noktada cerrahi bypass ameliyatı hala altın standart ve son derece dayanıklı bir tedavi seçeneğidir. Özellikle çok uzun damar segmentleri tıkalıysa, anjiyo denemeleri başarısız olduysa veya kritik bacak iskemisi olan bir hastanın bypass için kullanılabilecek iyi kalitede kendi toplardamarı varsa, bypass ameliyatı en doğru tercih olabilir. Yakın zamanda yayınlanan BEST-CLI adlı çok önemli bir bilimsel çalışma, tam da bu konuya ışık tutmuştur. Bu çalışmanın net mesajı şudur: Kritik bacak iskemisi olan bir hastada, eğer bypass ameliyatında kullanılabilecek iyi kalitede kendi toplardamarı (genellikle bacağın iç kısmındaki safen veni) mevcutsa, cerrahi bypass, anjiyo yöntemlerine kıyasla bacağı kurtarmada ve uzun vadeli başarıda daha üstündür. Bu nedenle tedaviye karar vermeden önce ultrasonla hastanın toplardamarlarının kalitesini değerlendirmek, doğru tedavi stratejisini belirlemede kritik bir adımdır.
İnmenin en önemli nedenlerinden biri olan şah damarı darlığı için hangi tedaviler mevcuttur?
Boynumuzun iki yanında yer alan ve beyne kan taşıyan ana otoyollar olan şah damarlarındaki (karotis arter) darlıklar, felç (inme) için en önemli risk faktörlerinden biridir. Bu darlıklar, genellikle damar sertliğine bağlı oluşan plaklardan kaynaklanır. Tehlike, bu plakların üzerinden beyne küçük kan pıhtılarının atılması ve beyin damarlarını tıkamasıdır. Tedavideki temel amaç da bu pıhtı atma riskini ortadan kaldırmaktır.
Tedavi kararını verirken en kritik nokta, hastanın bu darlığa bağlı bir şikayet yaşayıp yaşamadığıdır. Geçici görme kaybı, konuşma bozukluğu, kolda veya bacakta güçsüzlük gibi belirtiler darlığın tehlikeli olduğunun ve acil müdahale gerektirdiğinin işaretidir. Şikayete yol açmış veya yol açmamış olsa bile çok ileri derecede olan darlıklarda, ilaç tedavisine ek olarak darlığı gidermeye yönelik bir girişim planlanır. Günümüzde bu amaçla kullanılan üç ana yöntem vardır:
- Karotis Endarterektomi (CEA) Ameliyatı: Altmış yılı aşkın süredir uygulanan, başarısı ve dayanıklılığı kanıtlanmış klasik açık ameliyat yöntemidir. Boyuna yapılan küçük bir kesi ile şah damarına ulaşılır, damar içindeki plak dikkatlice temizlenir ve damar genellikle bir yama kullanılarak onarılır.
- Karotis Arter Stentleme (CAS): Genellikle kasıktan girilerek yapılan anjiyo yöntemidir. Darlığın olduğu bölgeye, beyne pıhtı gitmesini engelleyen bir filtre yerleştirildikten sonra bir stent ile damar açılır.
- Transkarotid Arter Revaskülarizasyonu (TCAR): Son yıllarda geliştirilen ve diğer iki yöntemin avantajlarını birleştiren daha güvenli, hibrit bir tekniktir. Boyundan, köprücük kemiğinin hemen üzerinden yapılan çok küçük bir kesi ile doğrudan şah damarına girilir. Stentleme işlemi boyunca beyne giden kan akışı özel bir sistemle geçici olarak tersine çevrilir, bir filtreden süzülür ve vücuda geri verilir. Bu yöntem işlem sırasında beyne pıhtı atma riskini en aza indirir.
CREST adı verilen ve bu alandaki en önemli bilimsel çalışmalardan biri olan araştırma, açık ameliyat ile standart stentlemeyi karşılaştırmıştır. Sonuçlar, her iki yöntemin de kendine özgü risk ve faydaları olduğunu göstermiştir: Açık ameliyatta işlem sırası felç riski daha düşükken, stente göre kalp krizi riski bir miktar daha yüksekti. Uzun vadede ise felçten koruma açısından iki yöntem arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Bu bulgular, “herkese tek bir doğru tedavi yoktur” ilkesini pekiştirmiştir. Tedavi seçimi; hastanın yaşı, genel sağlık durumu anatomik yapısı ve beklentileri göz önünde bulundurularak, hasta ile birlikte verilmesi gereken kişiye özel bir karardır.
Aort anevrizması nedir ve vücudun ana atardamarındaki bu genişleme neden tehlikelidir?
Aort, kalpten çıkan ve tüm vücuda temiz kanı dağıtan en büyük ve en önemli atardamarımızdır. Bu damarın duvarının çeşitli nedenlerle zayıflayarak normal çapının %50’sinden daha fazla genişlemesine, yani bir balon gibi şişmesine aort anevrizması denir. Anevrizmanın en büyük tehlikesi “sinsi katil” olarak adlandırılmasına neden olan özelliğidir: Genellikle hiçbir belirti vermeden büyür ve belirli bir çapa ulaştığında, bir balonun taşıyamayacağı basınca maruz kalması gibi, aniden yırtılabilir (rüptür). Bu durum saniyeler içinde ölümcül iç kanamaya yol açan son derece acil bir durumdur.
Bu nedenle anevrizmaları yırtılma tehlikesi oluşturacak boyuta gelmeden tespit etmek ve tedavi etmek hayati önem taşır. Özellikle risk altındaki kişilerin taranması çok önemlidir. Aort anevrizması için başlıca risk faktörleri şunlardır:
- 65 yaş üzeri olmak
- Erkek cinsiyet
- Sigara kullanımı (en önemli risk faktörü)
- Yüksek tansiyon
- Ailede anevrizma öyküsü olması
Tespit edilen anevrizmalar, çaplarına ve bulundukları yere göre belirlenen aralıklarla (genellikle 6 ay veya 1 yıl) ultrason veya tomografi ile yakından takip edilir. Anevrizma, karın bölgesinde genellikle 5.5 cm çapa ulaştığında (kadınlarda ve bazı özel durumlarda daha erken) veya hızlı bir büyüme gösterdiğinde, yırtılma riski kabul edilemez seviyelere çıktığı için tedavi edilmesi gerekir. Tedavide iki ana yaklaşım vardır:
- Açık Cerrahi Onarım: Anevrizma tedavisinin geleneksel ve en dayanıklı yöntemidir. Karın veya göğüs kafesi açılarak, anevrizmalı, yani balonlaşmış damar segmenti tamamen çıkarılır ve yerine Dacron adı verilen sentetik bir kumaştan yapılmış suni bir damar (greft) dikilir. Büyük bir ameliyat olmasına rağmen, özellikle genç ve sağlıklı hastalarda uzun vadede mükemmel sonuçlar veren, bir kez yapıldığında genellikle ömür boyu başka bir müdahale gerektirmeyen bir yöntemdir.
- Endovasküler Anevrizma Onarımı (EVAR/TEVAR): “Kapalı” veya “anjiyo” yöntemi olarak bilinen, son 25 yılın en büyük devrimlerinden biridir. Kasıklardan yapılan küçük kesilerle atardamar sistemine girilir ve katlanmış haldeki bir stent-greft (içi kumaş kaplı metal bir kafes) anevrizmanın içine yerleştirilir. Bu greft içeride açılarak anevrizmayı adeta içeriden kaplar ve kanın artık bu suni damarın içinden akmasını sağlar. Böylece anevrizma kesesi içindeki basınç ortadan kalkar ve yırtılma riski önlenir. Açık cerrahi riski yüksek, yaşlı ve ek hastalıkları olan hastalar için harika bir alternatiftir. İyileşme süreci çok daha hızlı ve konforludur.
Peki, hangi yöntem daha iyidir? Bu sorunun cevabı, hastanın durumuna göre değişir. Büyük bilimsel çalışmalar EVAR’ın ameliyatın ilk 30 günündeki ölüm riskini açık cerrahiye göre belirgin şekilde azalttığını göstermiştir. Ancak bu erken dönem avantajı, uzun vadede bir takasla birlikte gelir: EVAR sonrası hastaların, greftte oluşabilecek sızıntı (endoleak) veya kayma gibi sorunlar nedeniyle hayat boyu tomografi ile takip edilmeleri ve ek müdahalelere ihtiyaç duyma olasılıkları daha yüksektir. Bu nedenle tedavi kararı, hastanın yaşam beklentisi, genel sağlık durumu ve anevrizmanın anatomik yapısı göz önünde bulundurularak, multidisipliner bir yaklaşımla, hasta ile birlikte verilmelidir.
“Pıhtı atması” olarak bilinen derin ven trombozu ve akciğer embolisi nasıl tedavi edilir?
Derin ven trombozu (DVT), genellikle bacaklardaki derin toplardamarların içinde bir kan pıhtısı oluşmasıdır. Bu durumun en korkulan sonucu, bu pıhtıdan bir parçanın koparak kan dolaşımıyla akciğerlere gitmesi ve oradaki bir damarı tıkamasıdır. Bu olaya pulmoner emboli (PE) denir ve nefes darlığı, göğüs ağrısı gibi belirtilerle ortaya çıkan, hayatı tehdit eden acil bir durumdur.
DVT ve PE’nin tedavisindeki temel amaç mevcut pıhtının büyümesini ve akciğere atmasını önlemek, yeni pıhtıların oluşumunu engellemek ve uzun vadede pıhtının toplardamar kapakçıklarına vereceği hasarı (post-trombotik sendrom) en aza indirmektir. Tedavinin temel taşı antikoagülasyon, yani kan sulandırıcı ilaçlardır. Günümüzde kullandığımız başlıca kan sulandırıcı grupları şunlardır:
- Yeni Nesil Oral Antikoagülanlar (DOACs): Apiksaban, Rivaroksaban, Edoksaban ve Dabigatran gibi ilaçları içeren bu grup, günümüzde çoğu hastada ilk tercihtir. Sabit dozda kullanılmaları, sürekli kan tahlili (INR takibi) gerektirmemeleri ve özellikle beyin kanaması gibi ciddi kanama risklerinin daha düşük olması en büyük avantajlarıdır.
- K Vitamini Antagonistleri: Warfarin (Coumadin), bu grubun en bilinen ilacıdır. Etkili bir ilaç olmasına rağmen, doğru dozun ayarlanması için sıkı INR takibi gerektirmesi ve pek çok gıda ve ilaçla etkileşime girmesi nedeniyle kullanımı daha meşakkatlidir.
- Heparinler: Genellikle hastanede yatan hastalarda, tedaviye başlarken veya cerrahi müdahaleler sırasında kullanılan, enjeksiyon formunda ilaçlardır.
Çoğu DVT hastası için sadece kan sulandırıcı tedavi yeterlidir. Ancak bazı özel durumlarda, özellikle kasıktan karına uzanan çok yaygın ve bacakta ciddi şişliğe neden olan “iliofemoral” DVT’lerde, sadece pıhtının büyümesini engellemek yetmeyebilir. Bu büyük pıhtı, toplardamar kapakçıklarına kalıcı hasar vererek ömür boyu sürecek ağrı, şişlik ve yaralarla seyreden post-trombotik sendrom adı verilen kronik bir duruma yol açabilir. İşte bu riski azaltmak için, seçilmiş hastalarda kateter aracılığıyla pıhtı eritici tedavi (tromboliz) uygulanabilir. Bu yöntemde anjiyo benzeri bir işlemle pıhtının içine bir kateter yerleştirilir ve pıhtıyı eriten ilaçlar doğrudan pıhtının üzerine verilir. Bu sadece acil sorunu çözmekle kalmaz, aynı zamanda hastanın uzun dönemdeki yaşam kalitesini korumaya yönelik önemli bir yatırımdır.
Varis ve kronik venöz yetmezlik için modern tedavi yöntemleri nelerdir?
Kronik venöz yetmezlik, bacaklardaki toplardamarların içindeki kanın kalbe doğru tek yönlü akışını sağlayan kapakçıkların bozulması sonucu kanın bacaklarda birikmesi ve göllenmesidir. Bu durum bacaklarda ağrı, ağırlık hissi, yorgunluk, kramplar, şişlik ve gözle görülebilen genişlemiş, kıvrıntılı damarlar olan varislere yol açar. İleri evrelerde ise ciltte renk değişikliği, sertleşme ve hatta iyileşmesi çok zor olan venöz ülser adı verilen yaralar görülebilir. Dolayısıyla varis, sadece estetik bir sorun değil altta yatan bir toplardamar hastalığının belirtisidir.
Neyse ki özellikle yüzeyel toplardamarlardaki (büyük ve küçük safen venleri) kapak yetmezliğinin tedavisinde son 20 yılda devrim niteliğinde gelişmeler yaşandı. Eskiden yapılan ve hastanın uzun süre istirahat etmesini gerektiren klasik “varis ameliyatı” (damarın kesilerek çıkarılması), artık çok nadiren uygulanmaktadır. Onun yerini, damarı içeriden kapatarak devre dışı bırakan, ofis veya klinik şartlarında yapılabilen, hastanın işlem sonrası hemen günlük hayatına dönebildiği minimal invaziv yöntemler almıştır. Günümüzdeki modern varis tedavi yöntemleri şunlardır:
- Endovenöz Lazer Ablasyon (EVLA)
- Endovenöz Radyofrekans Ablasyon (RFA)
- Siyanoakrilat Embolizasyonu (Zamk/Yapıştırıcı Tedavisi)
- Mekanokimyasal Ablasyon (MOCA)
- Köpük Skleroterapisi
Lazer ve radyofrekans, damarın içine yerleştirilen ince bir kateter aracılığıyla ısı enerjisi kullanarak damarı içeriden yakar ve kapatır. Başarı oranları çok yüksek, kanıtlanmış yöntemlerdir. Zamk tedavisi ise ısı kullanmadan, damarın içine medikal bir yapıştırıcı enjekte ederek damarı anında kapatır. Isı olmadığı için sinir hasarı riski yoktur ve genellikle işlem sonrası daha az ağrılıdır. Köpük tedavisi ise genellikle daha küçük varisler veya diğer yöntemlere ek olarak kullanılır. Hangi yöntemin hasta için en uygun olduğuna, damar yapısını ve çapını değerlendiren bir renkli Doppler ultrason sonrası, cerrah ve hasta birlikte karar vermelidir.
Sıkça Sorulan Sorular
Damar hastalıklarının en sık nedenleri nelerdir?
Damar hastalıkları hangi belirtilerle ortaya çıkar?
Atardamar hastalıkları hangi riskleri taşır?
Toplardamar hastalıklarının sonuçları nelerdir?
Damar hastalıkları nasıl önlenebilir?
Kadınlarda damar hastalıkları daha mı sık görülür?
Damar hastalıkları tanısında hangi yöntemler kullanılır?
Damar hastalıkları tedavisinde hangi yöntemler vardır?
Damar hastalıkları çocuklarda görülebilir mi?
Damar hastalıklarının en ciddi komplikasyonları nelerdir?

Prof. Dr. Yavuz Beşoğul, 25 yılı aşkın deneyime sahip bir Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanıdır. Türkiye’de kapalı kalp ve atan kalpte bypass ameliyatlarının öncülerindendir. Bugüne kadar binlerce başarılı ameliyat gerçekleştirmiş, ulusal ve uluslararası dergilerde 100’den fazla bilimsel makale yayımlamıştır.
