Patent foramen ovale (PFO), doğumdan sonra normalde kapanması gereken kalpteki küçük bir açıklığın açık kalması durumudur. Bu açıklık, sağ ve sol kulakçık arasında yer alır ve çoğu kişide belirti vermeden fark edilmeden kalabilir.
Patent foramen ovale belirtileri ve etkileri, genellikle sessiz seyreder. Ancak bazı kişilerde beyin damarlarına pıhtı geçişine bağlı inme, migren veya geçici iskemik atak (TIA) gelişebilir. Riskin büyüklüğü açıklığın boyutuna ve pıhtı eğilimine bağlıdır.
Patent foramen ovale tanısında ekokardiyografi, özellikle kontrastlı (baloncuk) ekokardiyografi kullanılır. Bu yöntem, açıklığın varlığını ve kan geçişini net olarak gösterir.
Patent foramen ovale tedavisi, semptomlara ve risk durumuna göre belirlenir. Düşük riskli ve asemptomatik hastalarda genellikle izlem yeterlidir. Yüksek riskli olgularda ilaç tedavisi veya kateter yoluyla kapatma işlemi uygulanabilir.
| Tıbbi Adı | Patent Foramen Ovale (PFO) |
| Sık Görülen Belirtiler | – Genellikle belirti vermez- Nadir olarak inme veya geçici iskemik atak (TIA)- Sebebi açıklanamayan migren |
| Nedenleri | – Doğumsal (fetal dönemde normal olan kalpten kalbe geçişin doğum sonrası kapanmaması) |
| Risk Faktörleri | – Ailede PFO öyküsü- Doğumsal kalp hastalığı olanlar |
| Komplikasyonlar | – Beyin damarına pıhtı atması (kriptojenik inme)- Geçici iskemik atak (TIA)- Nadir olarak kalpte pıhtı oluşumu |
| Tanı Yöntemleri | – Ekokardiyografi (özellikle kontrastlı EKO veya transözofageal EKO)- Bubble test |
| Tedavi Yöntemleri | – Genellikle tedavi gerekmez- Geçirilmiş inme veya TIA varsa antikoagülan ilaçlar- Gerekirse perkütan kapatma cihazı ile müdahale |
| Önleme Yöntemleri | – Riskli bireylerde düzenli takip- Pıhtılaşma riskinin azaltılması için sağlıklı yaşam ve medikal önlemler |
Patent Foramen Ovale (PFO) Nedir?
Patent foramen ovale (PFO), doğumdan sonra kapanması gereken kalptaki küçük bir açıklığın açık kalması durumudur. Bu açıklık, anne karnında sağ ve sol kulakçıklar arasında kan geçişini sağlar, ancak doğumla birlikte kapanması beklenir. Kapanmadığında genellikle belirti vermez, ancak bazı kişilerde inme, migren veya geçici iskemik atak (TIA) gibi durumlarla ilişkilendirilebilir. Tanı genellikle ekokardiyografi ile konur; tedavi gereksinimi belirtilere ve risk durumuna göre belirlenir.
PFO’nun, yapısal bir eksiklik olan atriyal septal defekt (ASD) gibi gerçek bir “kalp deliği” olmadığını anlamak çok önemlidir. Aralarındaki temel farkları daha net görebilmek için aşağıdaki maddeleri inceleyelim.
PFO ile ASD (Atriyal Septal Defekt) arasındaki temel farklar şunlardır:
- PFO, normal fetal anatomiden kalan, fonksiyonel bir kapakçıktır.
- ASD, kalp duvarında doku eksikliğinden kaynaklanan gerçek bir yapısal deliktir.
- PFO’da kan geçişi genellikle sadece sağ kalp basıncı arttığında (ıkınma, öksürme gibi) olur.
- ASD’de kan geçişi genellikle sürekli ve soldan sağa doğrudur.
- PFO çok yaygındır (nüfusun ~%25’i).
- ASD çok daha nadir görülen bir durumdur.
Bu nedenle PFO saptanan bir kişide genellikle patent foramen ovale belirtileri görülmez. Bu durum çoğu zaman başka bir nedenle yapılan kalp ultrasonu sırasında tesadüfen fark edilen bir bulgudur.
PFO Ne Zaman Tehlikelidir ve Hangi Riskleri Taşır?
PFO’lu bireylerin büyük çoğunluğu hayatları boyunca bu durumdan habersiz ve sağlıklı bir şekilde yaşarken, PFO ne zaman tehlikelidir? sorusu belirli senaryolarda önem kazanır. PFO’nun potansiyel bir risk haline gelmesi, “paradoksal emboli” adı verilen bir mekanizma ile gerçekleşir. Bu mekanizmayı adım adım anlamaya çalışalım.
Vücudumuzun toplardamarlarında, özellikle bacakların derin venlerinde, bazen küçük kan pıhtıları oluşabilir. Normal ve sağlıklı bir dolaşımda bu pıhtılar, kan akışıyla kalbin sağ tarafına gelir ve oradan da akciğerlere pompalanır. Akciğerlerimiz, milyonlarca kılcal damardan oluşan devasa ve hassas bir filtre gibidir; bu küçük pıhtıları yakalar ve kan dolaşımından güvenli bir şekilde temizler. Bu vücudun kendini koruma mekanizmasıdır.
Ancak PFO’su olan bir kişide, işler biraz değişebilir. Örneğin kişi ağır bir eşya kaldırırken, şiddetli bir öksürük krizi geçirdiğinde veya ıkındığında, göğüs içindeki basınç aniden artar. Bu basınç artışı, kalbin sağ tarafındaki basıncı da yükselterek normalde kapalı duran PFO kapakçığını anlık olarak aralar. İşte tam o anda, bacaklardan gelen küçük bir pıhtı, akciğer filtresine gitmek yerine bu aralanan kapıdan, yani PFO’dan geçerek bir “kestirme yol” bulur ve doğrudan kalbin sol tarafına ulaşır.
Kalbin sol tarafına geçen bu pıhtı, artık tüm vücuda temiz kan pompalayan atardamar sistemine girmiş olur. Eğer bu pıhtı, beyne giden hassas atardamarlardan birini tıkarsa, beynin o bölgesine kan akışı kesilir ve sonuçta iskemik inme (felç) meydana gelir. Toplardamar sisteminde başlayan bir sorunun, PFO aracılığıyla beklenmedik bir şekilde atardamar sisteminde ciddi bir probleme yol açması nedeniyle bu olaya “paradoksal” emboli denir.
Tüm PFO’lar aynı riski taşımaz. Bazı anatomik özellikler, paradoksal emboli riskini artırarak PFO’yu daha tehlikeli hale getirebilir. Tedavi kararını verirken bu yüksek riskli özellikleri mutlaka değerlendiririz.
PFO’yu daha riskli hale getiren anatomik faktörler:
Atriyal Septal Anevrizma (ASA): Kalbin kulakçıkları arasındaki duvarın normalden daha esnek, hareketli ve adeta bir yelken gibi dalgalanması durumudur. Bu aşırı hareketlilik, PFO tünelinin daha kolay ve sık açılmasına yol açar. PFO ile birlikte ASA varlığı, inme riskini tek başına PFO’ya göre önemli ölçüde yükseltir.
Büyük Sağdan-Sola Şant: Yapılan kabarcık testi sırasında PFO’dan kalbin sol tarafına çok sayıda mikro-kabarcığın geçmesidir. Bu durum PFO kanalından büyük miktarda kan kaçağı olduğunu gösterir. Mantıken, daha büyük bir kaçak, daha büyük pıhtıların geçişine izin verebilir.
Uzun PFO Tüneli: PFO kanalının tünel uzunluğunun 10 mm’den fazla olması da pıhtıların bu tünel içinde duraklayıp takılması için bir risk faktörü olarak kabul edilebilir.
Belirgin Eustachian Valfi: Sağ kulakçıkta bulunan ve kan akımını doğrudan PFO tüneline yönlendirebilen bir anatomik yapıdır. Bu da pıhtıların PFO’ya yönlendirilmesini kolaylaştırabilir.
Kriptojenik İnme ile PFO Tedavisi Arasındaki Bağlantı Nedir?
Geçirilen tüm iskemik inmelerin yaklaşık %30-40’ında, yapılan tüm detaylı tetkiklere rağmen inmenin net bir nedeni bulunamaz. Kalp ritim bozuklukları, şah damarı darlıkları, pıhtılaşma bozuklukları gibi tüm olası nedenler araştırılır ama bir sonuca varılamaz. Tıpta bu duruma “kriptojenik inme” yani “nedeni bilinmeyen inme” adı verilir.
İşte PFO ile kriptojenik inme arasındaki bağlantı, bu noktada kritik bir önem kazanır. Epidemiyolojik çalışmalar kriptojenik inme geçiren, özellikle de 60 yaşın altındaki hastalarda PFO görülme sıklığının (%40-50 civarında), genel nüfusa (%25) kıyasla neredeyse iki kat daha fazla olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu çarpıcı istatistiksel ilişki, PFO’nun bu tür inmelerin altında yatan ana mekanizma olabileceğine dair en kuvvetli kanıttır.
Klinik pratikteki en önemli zorluklardan biri, kriptojenik inme geçirmiş bir hastada saptanan PFO’nun, olayın gerçek “faili” mi yoksa sadece “olay yerindeki masum bir tanık” mı olduğunu ayırt etmektir. Bu ayrımı yapabilmek için geliştirilen “RoPE (Risk of Paradoxical Embolism)” skoru gibi kanıta dayalı araçlar kullanılır. Bu skorun mantığı oldukça basittir: Bir hastanın yaşı ne kadar gençse ve hipertansiyon, diyabet, sigara gibi geleneksel inme risk faktörleri ne kadar azsa, geçirdiği inmenin PFO gibi daha nadir bir nedenden kaynaklanma olasılığı o kadar yüksektir.
RoPE skorunu ve dolayısıyla inmenin PFO kaynaklı olma ihtimalini artıran faktörler şunlardır:
- Genç yaş (skorda en yüksek puanı 18-29 yaş arası alır)
- Hipertansiyon öyküsünün olmaması
- Diyabet öyküsünün olmaması
- Sigara kullanmıyor olmak
- Daha önce inme veya geçici iskemik atak (GİA) geçirmemiş olmak
- Beyin görüntülemesinde yüzeysel (kortikal) bir enfarkt görülmesi
Yüksek bir RoPE skoru (genellikle 7 ve üzeri), inmenin PFO ile ilişkili olma olasılığının oldukça yüksek olduğunu düşündürür ve bu durum PFO tedavisi olarak kapatma işleminin faydalı olabileceği yönündeki kararı güçlendirir. Bu nedenle genç bir hastada kriptojenik inme teşhisi konulduğunda, PFO varlığını ve risk faktörlerini araştırmak, artık standart tanısal değerlendirmenin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
PFO Tanısı İçin Hangi Yöntemler Kullanılır?
Bir hastada PFO varlığından şüphelenildiğinde, tanı süreci genellikle PFO’dan kaynaklanan sağdan-sola kan geçişini (şantı) göstermeye dayalı görüntüleme testleri ile yürütülür. Bu süreçte kullanılan temel tanı araçları ve adımları vardır:
PFO tanı sürecinde izlenen yol genellikle aşağıdaki gibidir:
Transtorasik Ekokardiyografi (TTE) ile Tarama: Genellikle ilk başvurulan yöntemdir. Göğüs duvarı üzerinden yapılan, ağrısız ve vücuda herhangi bir müdahale gerektirmeyen standart bir kalp ultrasonudur. İdeal bir tarama aracı olmasına rağmen, özellikle obezite veya bazı akciğer hastalıkları gibi durumlarda görüntü kalitesi düşebilir ve bazı PFO’ları gözden kaçırabilir. Bu nedenle TTE sonucunun normal olması, PFO varlığını kesin olarak dışlamaz.
Kabarcık Testi (Bubble Study): PFO tanısının kilit taşıdır. Bu test, TTE veya bir sonraki adım olan TEE sırasında yapılır. Hastanın kolundaki damar yolundan, steril serum ve çok az miktarda havanın çalkalanmasıyla oluşturulan milyonlarca zararsız mikro-kabarcık enjekte edilir. Normal bir kalpte bu kabarcıklar kalbin sağından akciğerlere gider ve orada filtrelenir, kalbin sol tarafında hiç görülmez.
Valsalva Manevrası: Testin hassasiyetini artırmak için, kabarcık enjeksiyonu sırasında hastadan nefesini tutup ıkınması istenir. Bu manevra, göğüs içi basıncını artırarak PFO kapakçığının açılmasını ve kabarcık geçişini kolaylaştırır. Eğer PFO varsa, bu manevra sırasında kabarcıkların bir kısmının PFO kanalından sızarak kalbin sol tarafında belirdiği net bir şekilde görülür.
Transözofageal Ekokardiyografi (TEE) ile Doğrulama: PFO tanısı için en güvenilir ve kesin yöntem yani “altın standart” olarak kabul edilir. Bu yöntemde ucunda küçük bir ultrason kamerası bulunan esnek bir tüp yemek borusu aracılığıyla kalbin hemen arkasına yerleştirilir. Bu sayede arada engelleyici dokular olmadan çok daha net, yüksek çözünürlüklü görüntüler elde edilir. TEE; PFO tünelinin varlığını, boyutunu, uzunluğunu, ilişkili atriyal septal anevrizma (ASA) gibi yüksek riskli anatomik özellikleri ve en önemlisi kabarcıkların PFO’dan geçişini doğrudan görselleştirmeyi sağlar. Potansiyel bir kapatma işlemi için gerekli olan tüm anatomik detayları sağladığından, tedavi planlamasında vazgeçilmez bir yöntemdir.
PFO Tedavisi: İlaç Kullanımı mı, Kapatma İşlemi mi Gerekir?
PFO ile ilişkili kriptojenik inme geçirmiş bir hastada, gelecekte benzer bir olayın yaşanmasını önlemek amacıyla iki ana tedavi stratejisi bulunmaktadır: medikal (ilaç) tedavi ve perkütan (ameliyatsız) patent foramen ovale closure (kapatma) işlemi.
Medikal tedavi, kanın pıhtılaşmasını zorlaştıran ilaçları içerir. Bu yaklaşım pıhtı oluşma riskini azaltarak dolaylı bir koruma sağlamayı hedefler. Diğer yandan kapatma işlemi ise sorunun kaynağına, yani pıhtıların kullandığı kestirme yola odaklanır ve bu anatomik geçidi kalıcı olarak kapatır.
Geçmişte bu iki yöntemden hangisinin daha üstün olduğu konusunda bilimsel bir fikir birliği yoktu. Ancak 2017 yılından sonra yayınlanan ve tıp dünyasında çığır açan RESPECT, REDUCE ve CLOSE gibi büyük randomize kontrollü çalışmalar bu tartışmaya son noktayı koymuştur. Bu çalışmalar dikkatle seçilmiş hasta gruplarında (genellikle 18-60 yaş arası, başka nedeni olmayan inme geçirmiş ve yüksek riskli PFO özellikleri taşıyan hastalar), PFO kapatma işleminin, tek başına ilaç tedavisine göre tekrarlayan inme riskini çok daha fazla azalttığını kesin ve net bir şekilde göstermiştir. Bu kanıtlar ışığında, güncel uluslararası kardiyoloji ve nöroloji kılavuzları, doğru hasta için PFO kapatma işlemini en etkili tedavi yöntemi olarak önermektedir.
İki tedavi yaklaşımının karşılaştırması:
İlaç Tedavisi (Antiplatelet/Antikoagülan):
Amacı: Yeni pıhtı oluşumunu veya mevcut pıhtının büyümesini engellemek.
Yöntem: Genellikle aspirin veya klopidogrel gibi kan pulcuklarının yapışmasını engelleyen ilaçlar kullanılır.
Dezavantajı: PFO kanalını kapatmaz, sadece pıhtı riskini azaltır. Ömür boyu ilaç kullanımı ve potansiyel kanama riskleri mevcuttur. PFO’dan kaynaklanan inme riskini kapatma işlemi kadar etkin bir şekilde düşürmez.
Perkütan PFO Kapatma İşlemi:
Amacı: Pıhtıların geçiş yolu olan PFO tünelini fiziksel olarak ve kalıcı bir şekilde kapatmak.
Yöntem: Minimal invaziv bir kateter işlemiyle PFO’ya bir kapatma cihazı yerleştirilir.
Avantajı: Sorunun kaynağını ortadan kaldırır. Kanıta dayalı olarak seçilmiş hastalarda tekrarlayan inme riskini ilaç tedavisine göre çok daha üstün bir şekilde azaltır.
Bu nedenle kriptojenik inme geçirmiş ve PFO’su saptanmış uygun bir hasta için en etkili koruma stratejisi, PFO’nun ameliyatsız yöntemle kapatılmasıdır.
Ameliyatsız PFO Kapatma İşlemi Nasıl Yapılır?
Perkütan PFO kapatma, açık kalp ameliyatına gerek kalmadan, minimal invaziv bir yöntemle gerçekleştirilen, konforlu ve modern bir prosedürdür. İşlem genellikle bir kateterizasyon laboratuvarında, hasta hafif bir uyku halindeyken (bilinçli sedasyon) ve sadece giriş yerinin lokal anestezi ile uyuşturulmasıyla yapılır. Tüm süreç genellikle 1 saatten daha kısa sürer ve hasta için oldukça rahattır.
İşlemin adım adım ilerleyişi şöyledir:
Hazırlık ve Anestezi: İşlem genellikle sağ kasık bölgesinden yapılır. Bu bölge antiseptik solüsyonlarla temizlenir ve kateterin gireceği nokta lokal anestezik bir iğne ile uyuşturulur. Bu sayede hasta işlem sırasında hiçbir ağrı hissetmez.
Damara Giriş: Uyuşturulan kasık bölgesindeki büyük toplardamara (femoral ven) bir iğne ile girilir ve bu giriş noktasından damar içine “kılıf” (sheath) adı verilen kısa, plastik bir tüp yerleştirilir. Tüm kateter ve cihazlar bu kılıf aracılığıyla vücuda girip çıkacaktır.
Kalbe Ulaşım: Bu kılıfın içinden, “kateter” adı verilen uzun, ince ve esnek bir boru ilerletilir. Bu kateter, kan damarları boyunca bir yolculuk yaparak kalbin sağ kulakçığına (sağ atriyum) kadar ulaştırılır. Bu yolculuğun her anı, floroskopi (hareketli bir röntgen cihazı) ve ekokardiyografi (genellikle TEE) rehberliğinde sürekli olarak izlenir.
PFO’dan Geçiş: Sağ atriyuma ulaşıldıktan sonra, kateterin içinden daha da ince bir kılavuz tel (guidewire) ilerletilerek PFO tünelinden dikkatlice geçirilir ve kalbin sol kulakçığına (sol atriyum) ulaşılır. Bu cihazı doğru yere taşıyabilmek için bir köprü kurmak gibidir:
Cihazın Yerleştirilmesi: Doğru boyuttaki kapatma cihazı, bir taşıyıcı kateter sistemi içine yüklenir ve kılavuz tel üzerinden PFO’ya kadar ilerletilir. Cihaz, birbirine dar bir bel ile bağlı, şemsiye benzeri iki diskten oluşur. İlk olarak cihazın sol atriyumda kalacak olan diski kateterden çıkarılarak açılır. Bu disk, kalp duvarına (interatriyal septum) geri çekilerek nazikçe yaslanır. Ardından, kateter biraz daha geri çekilerek cihazın sağ atriyumdaki diski de açılır. Bu manevra ile PFO, bu iki diskli şemsiye arasında bir sandviç gibi sıkıştırılarak tamamen kapatılır.
Son Kontrol ve İşlemin Tamamlanması: Cihazın her iki diskinin de kalp duvarına oturduğu, doğru konumda olduğu ve aort veya kalp kapakçıkları gibi komşu hayati yapılara herhangi bir bası yapmadığı ekokardiyografi ile dikkatlice kontrol edilir. Her şeyin mükemmel olduğu teyit edildikten sonra, cihaz taşıyıcı sistemden (genellikle vidalı bir mekanizma ile) serbest bırakılır ve kalpte kalıcı olarak bırakılır. Taşıyıcı sistem, kateter ve kılıf vücuttan çıkarılır. Kasıktaki damar giriş noktası, genellikle özel bir dikiş veya kapatma cihazı kullanılarak kapatılır ve üzerine küçük bir bandaj uygulanır.
Bu işlemde kullanılan cihazlar, “Nitinol” adı verilen, nikel ve titanyumdan oluşan “şekil hafızalı” bir metal alaşımından yapılmıştır. Bu materyalin en büyük özelliği, ince bir kateterin içine sıkıştırıldığında bile, serbest bırakıldığında tekrar eski, programlanmış şemsiye şekline dönebilmesidir. Bu da cihazın minimal invaziv bir şekilde yerleştirilmesine olanak tanır. Cihazın metal iskeletinin üzeri ise, vücudun kendi hücrelerinin zamanla cihazın üzerine doğru büyümesini ve onu tamamen kaplamasını teşvik eden, biyolojik olarak uyumlu bir kumaşla kaplıdır. Birkaç ay içinde cihaz, vücudun bir parçası haline gelir ve kan dolaşımından tamamen izole edilir.
PFO Kapama Sonrası Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir?
Minimal invaziv bir işlem olan perkütan PFO kapatma sonrası iyileşme süreci, açık kalp ameliyatlarına kıyasla çok daha hızlı ve konforludur. PFO kapama sonrası dikkat edilmesi gerekenler birkaç başlık altında toplanabilir.
İşlem sonrası ilk günlerde dikkat edilmesi gerekenler:
- Hasta, işlem sonrası birkaç saat boyunca bir gözlem odasında takip edilir.
- Kasıktaki giriş yerinde kanama riskini en aza indirmek için hastanın birkaç saat boyunca bacağını bükmeden sırtüstü yatması gerekebilir.
- Herhangi bir sorun gelişmezse, hastalar genellikle işlemle aynı günün akşamı veya ertesi sabah taburcu edilirler.
- Hastaların çoğu, bir hafta gibi kısa bir süre içinde normal günlük aktivitelerine ve iş yaşamlarına dönebilirler.
İlaç kullanımı ve aktivite kısıtlamaları:
İlaç Tedavisi: Bu işlem sonrası en önemli adımdır. Cihazın üzeri vücudun kendi dokusuyla tamamen kaplanana kadar (bu süreç genellikle 3-6 ay sürer), cihazın metal yüzeyinde pıhtı oluşumunu engellemek amacıyla hastalara kan sulandırıcı ilaçlar reçete edilir. Genellikle ilk 1-6 ay boyunca ikili antiplatelet tedavi (aspirin ve klopidogrel kombinasyonu) kullanılır. Bu süre sonunda, genellikle ömür boyu tekli antiplatelet tedaviye (sadece aspirin) devam edilmesi önerilir.
Aktivite Kısıtlamaları: Hastalar hemen yürüyebilirler, ancak ilk bir hafta boyunca 5 kg’dan daha ağır nesneleri kaldırmaktan, zorlayıcı ıkınma hareketlerinden ve yorucu egzersizlerden kaçınmaları önemlidir. Araba kullanmaya genellikle birkaç gün sonra başlayabilirler.
Endokardit Profilaksisi: Cihazın yerleştirilmesini takip eden ilk 6 ay boyunca, vücudun başka bir yerindeki bir enfeksiyonun kana karışarak cihaza yerleşmesi (infektif endokardit) gibi çok nadir bir riske karşı önlem alınması gerekebilir. Bu nedenle bu dönemde yapılacak diş çekimi veya başka cerrahi işlemlerden önce koruyucu amaçlı antibiyotik kullanılması önerilebilir.
Uzun dönem takip planı:
- Hastaların, tedavinin başarısını ve olası komplikasyonları değerlendirmek için düzenli olarak takip edilmesi gerekir.
- Standart takip takvimi genellikle işlemden sonra 1. ay, 6. ay ve 1. yıl sonra EKG ve ekokardiyografi ile yapılan kontrolleri içerir:
- 6. ay kontrolü, cihazın üzerinin tamamen kaplandığını ve herhangi bir sızıntı veya pıhtı olmadığını teyit etmek için özellikle önemlidir.
PFO Kapatma İşleminin Riskleri ve Yan Etkileri Var mıdır?
Perkütan PFO kapatma, on binlerce hastada uygulanmış ve yüksek güvenlik profiline sahip olduğu kanıtlanmış bir işlemdir. Modern cihazlar ve tecrübeli ellerde, işlemle ilişkili ciddi komplikasyon oranı genellikle %1’in altındadır. Ancak her tıbbi girişimde olduğu gibi, bazı potansiyel riskler ve komplikasyonlar mevcuttur. Bu riskler konusunda şeffaf olmak, hasta güveni için esastır.
PFO kapatma işleminde görülebilecek potansiyel riskler:
Giriş Yeri Komplikasyonları: Kateterin girdiği kasık bölgesinde küçük kanamalar, morarma (hematom) veya damarda yalancı anevrizma oluşumu gibi sorunlar görülebilir. Bunlar genellikle en sık görülen ancak en basit ve yönetilebilir sorunlardır.
Cihaz Embolizasyonu: Kapatma cihazının yerleştirildiği yerden ayrılarak kan dolaşımıyla kalbin başka bir odacığına veya akciğer damarlarına gitmesidir. Bu son derece nadir (<%1) bir durumdur ve acil müdahale ile cihazın yine kateter yöntemiyle veya cerrahi olarak çıkarılmasını gerektirir.
Cihaz Trombozu: Cihazın yüzeyinde, özellikle işlem sonrası ilaçların düzenli kullanılmadığı durumlarda kan pıhtısı oluşmasıdır. Bu durum işlem sonrası ilaç tedavisinin ne kadar önemli olduğunu vurgular.
Kardiyak Perforasyon: İşlem sırasında kateter veya cihazın kalp duvarını delmesi ve kalp zarı ile kalp kası arasında kan birikmesidir. Bu hayatı tehdit edebilen ancak çok çok nadir görülen bir komplikasyondur ve acil müdahale gerektirir.
Atriyal Fibrilasyon (AF): İşlem sonrası en sık görülen yan etki bir tür ritim bozukluğu olan atriyal fibrilasyondur. İşlem yapılan hastaların yaklaşık %5-7’sinde, genellikle işlemin hemen ardından veya ilk birkaç hafta içinde ortaya çıkar. Bu durumun, cihazın kendisinin kalp duvarında oluşturduğu lokal mekanik uyarım ve ödeme bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu ritim bozukluğu büyük oranda geçicidir ve cihazın üzeri doku ile kaplanıp iyileşme tamamlandığında ortadan kaybolur. Genellikle ilaçlarla kolayca yönetilebilir. Yıkıcı bir olay olan inme riskinde sağlanan büyük azalmanın yanında, bu genellikle geçici ve yönetilebilir bir risk olarak kabul edilir.
Sıkça Sorulan Sorular
Patent foramen ovale (PFO) neden oluşur?
PFO hangi belirtilere yol açabilir?
PFO kimlerde daha sık görülür?
PFO gebelikte risk oluşturur mu?
PFO nasıl teşhis edilir?
PFO tedavisinde hangi yöntemler uygulanır?
PFO kapatma işlemi nasıl yapılır?
PFO kapatma işlemi riskli midir?
PFO kapatılmadığında hangi komplikasyonlar gelişebilir?
PFO sonrası yaşam tarzında nelere dikkat edilmelidir?

Prof. Dr. Yavuz Beşoğul, 25 yılı aşkın deneyime sahip bir Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanıdır. Türkiye’de kapalı kalp ve atan kalpte bypass ameliyatlarının öncülerindendir. Bugüne kadar binlerce başarılı ameliyat gerçekleştirmiş, ulusal ve uluslararası dergilerde 100’den fazla bilimsel makale yayımlamıştır.
