Subklavian Steal Sendromu, kola kan taşıyan ana damarlardan olan subklavian arterin damar sertliğine (ateroskleroz) bağlı olarak daralması veya tıkanması sonucu gelişen bir dolaşım problemidir. Bu tıkanıklık nedeniyle, özellikle o kol kullanıldığında, beyne kan götüren vertebral arterdeki kan akışı tersine döner. Beyne gitmesi gereken kan, kan ihtiyacı artan kola doğru “çalınır”. Bu kan çalma mekanizması, kolda yorgunluk ve güçsüzlük gibi belirtilerin yanı sıra baş dönmesi, denge sorunları ve görme bozuklukları gibi nörolojik şikayetleri tetikleyebilir.
Tıbbi Adı | Subklavian Steal Sendromu |
Türü | Vasküler dolaşım bozukluğu |
Etkilenen Sistem | Kardiyovasküler ve nörovasküler sistem |
Nedenleri | Subklavian arterde aterosklerotik darlık/tıkanıklık; nadiren takayasu arteriti, travma, cerrahi komplikasyon gibi nedenler sonucu karotis arterin kan akımından subklavian artere kaçak |
Belirtiler | Kol egzersizi sonrası baş dönmesi, senkop, bulanık görme, dizartri, kol uyuşması/kuvvet kaybı, nabız farkı (iki kol arasında), vertebrobaziler yetmezlik bulguları |
Tanı Yöntemleri | Doppler ultrasonografi, BT anjiyografi, MR anjiyografi, selektif anjiyografi |
Tedavi Yöntemleri | Semptomatik olgularda endovasküler girişim (anjiyoplasti + stent), cerrahi revaskülarizasyon; asemptomatik olgularda izlem |
Komplikasyonlar | Serebrovasküler olaylar, kol iskemisi, inme |
İzlem | Periyodik vasküler değerlendirme, semptom takibi, risk faktörlerinin kontrolü (hipertansiyon, dislipidemi, sigara kullanımı) |
Subklavian Steal Sendromu nasıl bir durumdur?
Subklavian Steal Sendromu’nu anlamak için vücudumuzdaki kan dolaşımını bir otoyol ağı gibi düşünelim. Kalp, bu ağın merkezindeki ana pompadır ve kanı büyük atardamarlar aracılığıyla tüm vücuda gönderir. Kollarımıza kan taşıyan ana otoyollardan biri, köprücük kemiğimizin hemen altından geçen “subklavian arter”dir. Aynı zamanda, beynimizin arka kısmını besleyen çok önemli bir yan yol olan “vertebral arter” de bu subklavian arter otoyolundan ayrılır.
Şimdi, bu otoyolun üzerinde, yani subklavian arterde, genellikle damar sertliğine (ateroskleroz) bağlı bir daralma veya tam bir tıkanıklık (bir kaza veya yol çalışması gibi) olduğunu hayal edin. Tıkanıklığın ilerisindeki kola giden kan akışı ciddi şekilde azalır ve o koldaki kan basıncı düşer. Vücudumuz, kan akışı azalan kola yardım etmek için bir çözüm arar. Bu noktada beyne giden vertebral arter yan yolu devreye girer. Koldaki kan basıncı o kadar düşer ki beyne gitmesi gereken yüksek basınçlı kan, bu yan yoldan geriye doğru akarak, yani “U dönüşü” yaparak kan açlığı çeken kola yönlenir. İşte bu ters akım, kolun beyne ait kanı “çalması” olarak adlandırılır ve sendromun temelini oluşturur.
Subklavian Steal “fenomeni” ile “sendromu” arasında Subklavian Steal Sendromu açısından ne fark bulunur?
Bu iki terim arasındaki ayrımı bilmek, gereksiz endişelerden kaçınmak için çok önemlidir.
Subklavian Steal Fenomeni: Bu kan çalma durumunun var olduğu, ancak kişide hiçbir şikayete yol açmadığı anlamına gelir. Genellikle başka bir sebeple yapılan boyun damarı ultrasonu gibi testlerde tesadüfen saptanır. Vücudun dolaşım sistemi, bu durumu kendi içindeki diğer bağlantılarla (Willis poligonu adı verilen beyin tabanındaki güvenlik ağı sayesinde) başarıyla telafi ediyordur. Bu aşamada olan kişilerin genellikle tedaviye ihtiyacı olmaz, sadece takip edilmeleri yeterlidir.
Subklavian Steal Sendromu: Bu ise, kan çalma mekanizmasının artık telafi edilemediği ve kişinin günlük hayatını etkileyen belirgin şikayetlere (baş dönmesi, kolda ağrı gibi) yol açtığı klinik tablodur. Tedavi kararı, durum “fenomen” aşamasından “sendrom” aşamasına geçtiğinde alınır.
Subklavian Steal Sendromu neden genellikle sol tarafta ortaya çıkar?
Hastaların sıkça merak ettiği bu durumun basit bir anatomik sebebi vardır. Çalışmalar sendromun sağ tarafa kıyasla sol tarafta yaklaşık üç dört kat daha fazla görüldüğünü göstermektedir. Bu kalpten çıkan ana atardamarımız olan aortun yapısıyla ilgilidir. Sağ kola giden damar, aorttan daha yumuşak bir kavisle ayrılırken, sol subklavian arter doğrudan aorttan daha keskin, neredeyse 90 derecelik bir açıyla çıkar.
Bu durumu bir nehrin akışına benzetebiliriz. Nehir yatağındaki keskin bir viraj, suyun o bölgede daha çalkantılı akmasına ve zamanla o virajın kenarlarının daha çok aşınmasına neden olur. Benzer şekilde sol subklavian arterin bu keskin çıkış açısı, kan akışında yıllar içinde sürekli bir türbülans yaratır. Bu çalkantılı akım, damar duvarını strese sokarak damar sertliği (ateroskleroz) plaklarının o bölgede birikmesini kolaylaştırır. Bu anatomik yatkınlık, sendromun neden ezici bir çoğunlukla sol tarafta görüldüğünü açıklar.
Subklavian Steal Sendromu için en yaygın neden nedir?
Subklavian Steal Sendromu’nun vakaların %95’inden fazlasını oluşturan tek ve en baskın nedeni, halk arasında damar sertliği veya damar kireçlenmesi olarak bilinen aterosklerozdur. Ateroskleroz, atardamarların iç duvarlarında yağ, kolesterol ve kalsiyum gibi maddelerin birikerek “plak” adı verilen yapılar oluşturmasıdır. Bu plaklar zamanla büyüyerek damarı daraltır veya tamamen tıkar. Bu nedenle subklavian arterde darlık saptanması, aslında tüm vücudu etkileyebilen sistemik bir damar hastalığının habercisidir ve hastanın kalp ve beyin damarları açısından da risk altında olabileceğini gösteren önemli bir uyarı işaretidir.
Subklavian Steal Sendromu’na yol açabilen diğer nadir durumlar nelerdir?
Ateroskleroz en sık neden olsa da özellikle genç hastalarda veya tipik risk faktörleri olmayan kişilerde akla gelmesi gereken başka durumlar da vardır. Başlıca diğer nedenler şunlardır:
- Takayasu arteriti (büyük damarları tutan bir romatizmal hastalık)
- Torasik outlet sendromu (boyun ve omuz arasındaki damar ve sinir sıkışması)
- Geçirilmiş bazı kalp ameliyatları (örneğin Fallot tetralojisi onarımı)
- Doğuştan gelen damar anomalileri
- Aort diseksiyonu (ana atardamarın duvarında yırtılma)
Subklavian Steal Sendromu gelişimi için kimler daha fazla risk taşır?
Bu sendromun risk faktörleri, aslında doğrudan doğruya damar sertliğinin (ateroskleroz) risk faktörleridir. Bu faktörlerin çoğu değiştirilebilir veya kontrol altına alınabilir olduğu için bilinmeleri çok önemlidir. Risk grubunda yer alan kişiler için başlıca faktörler:
- İleri yaş
- Sigara kullanımı (en önemli kontrol edilebilir risk faktörü)
- Yüksek tansiyon (hipertansiyon)
- Yüksek kolesterol (hiperlipidemi)
- Diyabet (şeker hastalığı)
- Erkek cinsiyet
- Ailede erken yaşta damar hastalığı öyküsü
- Hareketsiz yaşam tarzı ve obezite
Bu risk faktörlerinden bir veya birkaçına sahip olmak, sadece subklavian arter için değil kalp krizi ve inme gibi hayatı tehdit eden durumlar için de tehlike çanlarının çaldığı anlamına gelir.
Subklavian Steal Sendromu ne gibi nörolojik belirtilere yol açar?
Belirtilerin en önemli özelliği, genellikle etkilenen kolun kullanılmasıyla tetiklenmeleri ve aktivite durduğunda birkaç dakika içinde tamamen kaybolmalarıdır. Beyinden kan çalınmasına bağlı olarak beynin arka kısmının (beyincik ve beyin sapı) fonksiyonları geçici olarak bozulur. Bu durumun yol açtığı nörolojik belirtiler şunlardır:
- Baş dönmesi (vertigo)
- Göz kararması
- Bayılma veya bayılacak gibi olma (senkop/presenkop)
- Denge kaybı ve yürümede sendeleme (ataksi)
- Bulanık veya çift görme
- Konuşma güçlüğü veya peltek konuşma (dizartri)
- Nadiren yutma güçlüğü (disfaji)
Bu belirtiler genellikle kalıcı hasara yol açan bir inmeden farklı olarak gelip geçicidir. Hastanın, “sadece sol kolumla poşet taşırken başım dönüyor” gibi spesifik bir şikayetle başvurması, tanı için çok değerli bir ipucudur.
Subklavian Steal Sendromu etkilenen kolda hangi belirtilere neden olur?
Tıpkı bacak damarlarındaki darlığın yürüyünce baldırda ağrıya yol açması gibi, subklavian arterdeki darlık da kolun kanlanmasını bozarak benzer şikayetlere neden olur. Kolun kan akışının yetersiz kalmasına (iskemi) bağlı belirtiler genellikle eforla ortaya çıkar. En sık görülen kol belirtileri aşağıdaki gibidir:
- Kolda eforla gelen ağrı, kramp veya yorgunluk (kol kladikasyosu)
- Kolda ve elde genel bir güçsüzlük hissi
- Parmaklarda uyuşma ve karıncalanma
- Etkilenen elin diğerine göre daha soğuk ve soluk olması
- Nabzın o kolda zayıf veya hiç alınamaması
- İleri vakalarda parmak uçlarında iyileşmeyen yaralar
Bu belirtiler hastanın günlük yaşam aktivitelerini (yazı yazmak, saç taramak, bir şeyi taşımak gibi) önemli ölçüde kısıtlayabilir.
Koroner-Subklavian Steal Sendromu gibi özel bir durum kimleri etkiler?
Bu Subklavian Steal Sendromu’nun hayati önem taşıyan, nadir fakat çok ciddi bir alt tipidir. Yalnızca geçmişinde koroner bypass ameliyatı olmuş ve bu ameliyatta sol göğüs duvarı atardamarı (LIMA) kullanılmış hastaları etkiler. LIMA, doğal olarak sol subklavian arterden çıkan bir daldır ve bypass sonrası kalbin kanlanmasında kilit rol oynar.
Eğer bu ameliyattan yıllar sonra, hastanın sol subklavian arterinde, LIMA’nın çıkış noktasından önce bir darlık gelişirse, hasta sol kolunu kullandığında korkutucu bir mekanizma devreye girer. Koldaki kan ihtiyacı, kanı doğrudan kalbi besleyen LIMA bypass damarından geriye doğru çeker. Bu kelimenin tam anlamıyla kalbin kanının “çalınmasıdır” ve hasta efor sarf ettiğinde göğüs ağrısı (anjina) veya kalp krizi ile sonuçlanabilir. Bu nedenle bypass öyküsü olan ve kol şikayetleri ile birlikte eforla gelen göğüs ağrısı yaşayan bir hastada bu durumdan mutlaka şüphelenilmelidir.
Subklavian Steal Sendromu tanısında doktor muayenesi neden bu kadar önemlidir?
Subklavian Steal Sendromu’nun tanısı, pahalı ve karmaşık testlerden önce, çoğu zaman tecrübeli bir hekimin muayene masasında başlar. Dikkatli bir fiziki muayene, şüpheyi başlatan en önemli adımdır. Muayenenin temel taşı, her iki koldan da tansiyon ölçmektir. Subklavian arterdeki darlık o taraftaki kan basıncını düşüreceği için, iki kolun sistolik (büyük) tansiyon değerleri arasında 15-20 mmHg veya daha fazla bir fark saptanması, sendrom için neredeyse tanı koydurucudur. Bunun yanı sıra etkilenen koldaki nabızların zayıf olması ve köprücük kemiği üzerinden stetoskopla “üfürüm” adı verilen anormal bir damar sesinin duyulması da tanıyı destekleyen diğer önemli bulgulardır.
Subklavian Steal Sendromu şüphesi olduğunda hangi görüntüleme testleri istenir?
Fiziki muayene bulguları sendromdan şüphelendirdiğinde, tanıyı doğrulamak ve ciddiyetini belirlemek için bazı görüntüleme testleri gerekir:
- Renkli Doppler Ultrasonografi
- Bilgisayarlı Tomografi (BT) Anjiyografi
- Manyetik Rezonans (MR) Anjiyografi
- Dijital Çıkarma Anjiyografisi (DSA – Anjiyo)
Bu testlerden ilki ve en sık kullanılanı Renkli Doppler Ultrasonografi’dir. Ağrısız, radyasyonsuz ve hızlı bir yöntem olan ultrason, hem damardaki darlığı gösterebilir hem de en önemlisi vertebral arterdeki kan akışının tersine döndüğünü, yani “çalma” fenomenini net bir şekilde kanıtlayabilir.
BT Anjiyografi ve MR Anjiyografi, olası bir tedaviye (stent veya ameliyat) rehberlik etmek amacıyla damarların detaylı, üç boyutlu bir haritasını çıkarmak için kullanılır. Bu testler, darlığın tam yerini, uzunluğunu ve çevre damarlarla olan ilişkisini net bir şekilde göstererek tedavi stratejisinin belirlenmesine yardımcı olur.
DSA (Klasik Anjiyo), damar görüntülemede “altın standart” olarak kabul edilir. Genellikle tedavi ile aynı seansta yapılır. Kasıktan veya koldan ince bir kateterle girilerek darlık net bir şekilde görüntülenir ve eğer uygunsa aynı anda balon veya stent ile tedavi edilebilir.
Subklavian Steal Sendromu her hastada tedavi edilmek zorunda mıdır?
Hayır. Bu hastaların en çok rahatladığı bilgilerden biridir. Eğer kişide “subklavian steal fenomeni” varsa, yani kan çalınması görüntülemede saptanmış ancak hiçbir şikayete yol açmıyorsa (asemptomatik ise), genellikle invaziv bir müdahale (stent veya ameliyat) gerekmez. Bu durumda tedavi, altta yatan damar sertliğini kontrol altına almaya odaklanır. Amaç gelecekteki kalp krizi ve inme riskini azaltmaktır. Bu nedenle tedavi kararı tamamen hastanın şikayetlerinin olup olmamasına ve bu şikayetlerin yaşam kalitesini ne ölçüde etkilediğine bağlıdır.
Subklavian Steal Sendromu için ameliyatsız tedavi seçenekleri nelerdir?
Belirgin şikayetleri olmayan veya çok hafif olan hastalarda, ayrıca invaziv tedavi uygulanan tüm hastalarda tedavinin temelini konservatif yaklaşım ve yaşam tarzı değişiklikleri oluşturur. Bu hastalığın ilerlemesini yavaşlatmayı ve genel damar sağlığını korumayı hedefler. Bu yaklaşımın iki ana bileşeni vardır.
İlaç Tedavisi, aşağıdaki ilaç gruplarını içerir:
- Antiplatelet ajanlar (Aspirin, klopidogrel gibi kan sulandırıcılar)
- Statinler (kolesterol düşürücü ilaçlar)
- Antihipertansifler (tansiyon ilaçları)
- Diyabet ilaçları (şeker hastaları için)
Yaşam Tarzı Değişiklikleri, damar sağlığı için atılabilecek en önemli adımlardır:
- Sigaranın kesin olarak bırakılması
- Sağlıklı ve dengeli beslenme (Akdeniz diyeti gibi)
- Tuz alımının kısıtlanması
- Haftada en az 150 dakika orta düzeyde düzenli egzersiz
- İdeal kilonun korunması
Subklavian Steal Sendromu tedavisinde modern kapalı yöntemler nelerdir?
Belirgin şikayetleri olan hastalar için günümüzdeki ilk tercih, genellikle endovasküler (damar içi) tedavi adı verilen kapalı yöntemlerdir. Bu minimal invaziv girişimler, büyük bir cerrahi kesi yerine, genellikle kasık veya kol atardamarından bir iğne ile girilerek yapılır.
En sık uygulanan yöntem balon anjiyoplasti ve stentlemedir. Bu işlemde, ince bir tel yardımıyla daralmış olan damar bölgesine ulaşılır. Önce ucunda sönük bir balon bulunan bir kateterle bu darlık genişletilir. Balon, damarı daraltan plağı damar duvarına doğru ezerek kan akışına yol açar. Ardından, damarın tekrar daralmasını önlemek için, o bölgeye kalıcı olarak “stent” adı verilen, metal bir ağdan oluşan bir iskele yerleştirilir. Bu yöntem yüksek başarı oranı, kısa hastanede kalış süresi ve hızlı iyileşme gibi önemli avantajlar sunar.
Subklavian Steal Sendromu için açık cerrahi ne zaman ve neden gereklidir?
Endovasküler yöntemler ilk tercih olsa da her hasta bu tedaviler için uygun olmayabilir. Bazı durumlarda, açık cerrahi daha güvenli, daha etkili ve daha kalıcı bir çözüm sunabilir. Açık cerrahi, genellikle aşağıdaki durumlarda düşünülür:
- Damardaki darlığın veya tıkanıklığın stent yerleştirmeye uygun olmayacak kadar uzun olması.
- Damarın daralması yerine tamamen tıkalı olması ve kapalı yöntemle geçilememesi.
- Daha önce yerleştirilen bir stentin tekrar daralması ve kapalı yöntemin başarısız olması.
- Aynı bölgede başka cerrahi müdahalelerin de gerekmesi.
Subklavian Steal Sendromu ameliyatlarında hangi teknikler kullanılır?
Açık cerrahi kararı verildiğinde, kan akışını yeniden sağlamak için dünya genelinde kabul görmüş ve uzun dönem sonuçları mükemmel olan iki ana teknik vardır.
Karotis-Subklavian Bypass: Bu en sık kullanılan cerrahi yöntemdir. Boyundaki sağlıklı şah damarı (karotis arter) ile tıkanıklığın ilerisindeki subklavian arter arasına, yapay bir damar (greft) kullanılarak bir “köprü” veya “yan yol” oluşturulur. Bu sayede kan, tıkalı bölgeyi atlayarak bu yeni köprü üzerinden kola rahatça ulaşır.
Subklavian-Karotis Transpozisyonu: Bu teknik olarak daha zarif ve biyolojik olarak daha üstün bir yöntemdir. Bu ameliyatta yapay damar kullanılmaz. Tıkanıklığın olduğu subklavian arter, başlangıç noktasından kesilir ve sağlam olan ucu, doğrudan yanındaki sağlıklı şah damarına dikilir. En büyük avantajı, hastanın kendi damarlarının kullanılmasıdır. Bu yapay damara bağlı enfeksiyon riskini ortadan kaldırır ve bilinen en yüksek uzun dönem açıklık oranlarını sunar. Anatomi uygun olduğunda, bu yöntem cerrahi tedavide “altın standart” olarak kabul edilir.
Subklavian Steal Sendromu ameliyatı sonrası hastaları nasıl bir süreç bekler?
Modern cerrahi ve anestezi teknikleri sayesinde, bu ameliyatlar sonrası iyileşme süreci genellikle oldukça rahattır. Hastanede kalış süresi genellikle birkaç gündür. Ameliyat sonrası dikkat edilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır:
- Ameliyat bölgesinde ağrı, şişlik ve morarma olması normaldir.
- İlk birkaç hafta ağır kaldırmaktan kaçınılmalıdır.
- Ameliyat edilen kolda zorlayıcı hareketler kısıtlanmalıdır.
- Doktorun önerdiği kan sulandırıcı ilaçlar düzenli kullanılmalıdır.
- Kesi yerinin bakımı ve temizliği önemlidir.
Hastalar genellikle birkaç hafta içinde günlük normal aktivitelerine dönebilirler. Tam iyileşme ve kesi yerindeki sertliğin tamamen geçmesi birkaç ay sürebilir.
Subklavian Steal Sendromu tedavi edildikten sonra uzun dönemde sonuçlar nasıldır?
Bu sendromun tedavi sonrası sonuçları son derece yüz güldürücüdür. Tedavi edilen hastaların büyük çoğunluğunda belirtiler kalıcı olarak ortadan kalkar, yaşam kaliteleri önemli ölçüde artar ve yeniden müdahale ihtiyacı çok nadirdir. Özellikle açık cerrahi yöntemlerin 10 yıllık damar açıklık oranları %95’in üzerindedir. Bu tedavinin son derece etkili ve dayanıklı olduğunu gösterir. Sonuç olarak Subklavian Steal Sendromu, doğru tanı ve uygun tedavi yöntemi seçimiyle başarıyla yönetilebilen bir durumdur ve hastalar sağlıklı, şikayetsiz bir geleceğe adım atabilirler.
Sıkça Sorulan Sorular
Subklavian arterin tıkanması veya daralması sonucu, vertebral arterden ters yönde kan akımı oluşarak beyin ve kola yetersiz kan gitmesine neden olan bir durumdur.
Tıkanıklık nedeniyle beyne gitmesi gereken kan, kola yönlendirilir; bu da adeta kanın “çalınması” gibi bir durumu ifade eder.
Baş dönmesi, bayılma, göz kararması, kol yorgunluğu, kolda uyuşma ve tansiyon farkı sık görülür.
Genellikle sol subklavian arterde, bazen sağda daralma veya tıkanma olur.
Sol taraf daha sık etkilenir çünkü subklavian arter sol tarafta aorttan daha uzak çıkar.
Doppler ultrasonografi, BT anjiyografi ve MR anjiyografi ile tanı konur.
Evet, etkilenen kolda genellikle diğer koldan 15 mmHg veya daha fazla düşük tansiyon ölçülür.
Vertebral arterden tersine kan akımı olması, beyin sapına giden kan akışını azaltır.
Beyin kan akımının azalması nedeniyle inme (felç) riski artabilir.
Kesinlikle cerrahi tedavi yapılır. End-arterektomi veya özellikle subklaviyan arterin çıkışında ve total tıkanıklıklarda aorta-subklaviyan bypass yapılır. Nadiren subklaviyan arterin orta bölgesinde kısa segment ve açıklığı olan darlıklarda kateter ile stent konabilir.
Hayır, hafif semptomlu hastalarda medikal tedavi ve izlem yeterli olabilir.
Vasküler cerrahi, kardiyoloji ve nöroloji uzmanları bu sendromla ilgilenir. Tedavisi mutlaka damar cerrahi tarafından yapılmalıdır.
Evet, özellikle kol kullanımı arttığında beyin belirtileri de yoğunlaşabilir.
Evet, özellikle damar sertliği olan 60 yaş üstü bireylerde daha sık görülür.
Erken tanı ve uygun tedavi ile yaşam riski düşer; ancak ihmal edilirse inme riski taşır.